30 Aralık 2011 Cuma

Duru'dan mesaj var! HOO HOO HOO

Click to play this Smilebox greeting
Create your own greeting - Powered by Smilebox
This free digital greeting card generated with Smilebox

Sabah Şarkısı

Başlangıçta normal bir gecemizdi. Duru 3 aynı doldurmuştu ve gece uykuları öncesine göre gayet düzene girmişti. Uyku meselesini annesi varken yazmaya utanırım ben. Ama en azından gece karnı doyduktan sonra hemen uykuya geçiyordu ve bu bile rahatlatmıştı Selcan’ı.

Ama o gece bir şey oldu ve zamansız, karnı tokken huzursuzlanmaya başladı kızımız. Sağ yana çevirdik, sol yana çevirdik, annesi ninni söyledi, pışpışladık. Yok, bir türlü sakinleşmiyordu. Yatağın dışında ikimizde soğuktan ürpermeye başladık. Gece kaloriferler sönmüş ve ev iyice serinlemişti. Kızımızın ellerini tuttuk, onlarda buz gibiydi. Annesi kucağına aldı ve yatağımızda ortamıza yatırdı kuzumuzu ve ellerinden tuttu. Sakinleşip ve uykuya dalması birkaç saniye sürdü. Yatağın en ucunda popomun yarısı dışarıda uyurken iki saat kadar geçti. Sonra yine yatakta bir hareketlilik... Belli ki gazı var bebeğimizin. Annesi ne kadar uğraştıysa da uykuya dalamadı. Her ne kadar pek umudum olmasa da bir kez şansımı denemek istedim. Kızımın ellerinden tuttum ve kendime doğru çevirdim. Sonra bekledim. Huysuzlanmasını, annesine doğru kafasını çevirmesini, ellerini kurtarmaya çalışmasını bekledim. Avcumun içindeki minik eller başparmaklarımı yakaladı. Yanağını yatağa gömdü ve uykuya daldı.


Kaygılar ve sorumluluklar yüzünden baba olmanın tarifsiz mutluluğunu doyasıya yaşamak unutuluyor. Ama minik bebeğim, babasından daha büyük olgunlukla en ihtiyaç duyduğum anı anlayarak hatırlattı aslında değerli olan her şeyin yanı başımda olduğunu…
        
Aslında hep hatırlamak gerekiyor çünkü neyin ne zaman olacağının garantisi yok bu coğrafyada. Yüzleri aydınlık gazeteciler bebeklerinin yanlarından alınıp 1000 günden fazla yargılanmayı bekliyorlar parmaklıklar ardında…  Kızımın ilk Cumhuriyet Bayramı’nın yaşamasına bile izin vermiyorlar… 13 yaşında kız çocuğuyla “kendi rızasıyla” fuhuş yaptıkları için yargılanan 28 kişinin cezaları “iyi halleri” nedeniyle düşürülüyor ülkemde... Van’da depremden kurtulan çocuklar donarak ya da çadırlarında yanarak ölüyorlar...

Nereden çıktı bu satırlar? Ne yapayım yazmayınca içimde birikiyor. Hayata pozitif yönden bakmaya çalışıyoruz hep. 2cocuk1bebek de güzellikleri paylaşabilmemiz için var. Kızımızın içinde en büyük çabamız bu olacak… Ama sırtımızı da dönemiyoruz gerçeklere. Sessizliğimiz bu günlerinde geçeceğine, üstadın dediği gibi ‘enseyi karartmamak’ gerektiğine olan inancımızdan.

Sabah 07.00’de yatağımızın tam ortasından dünyanın en neşeli, en melodik ve en afacan şarkısı yükselmeye başladı aniden. Selcan’la önce birbirimize sonra yatağın ortasında havaya tekmeler atan, kendi kendine oyunlar oynayan ve yeni bestesiyle poposunu bir o yana bir bu yana çevirerek dans eden kızımıza baktık. Kızımızın yanaklarını aramızda paylaşarak eşsiz bir güne daha başladık.

Duru Adında Bir Meşe Ağacı

Ne kadar basit ama kalbimizden vuran bir cümle ‘Meşeler Yuva Arıyor!’ Meşe palamudu evlat edinmek gibi bir çok insana aptalca gelecek bir fikir neden bu kadar keyif veriyor bize tarif edemiyoruz. Ama kuzumuzun da bizim gibi olmasını istiyoruz. Hayvanları çok sevsin, ağaçlarla iç içe yaşamaktan mutlu olsun diye şimdiden çabalıyoruz… Meşe palamutlarımızı önce bir saksıya ekeceğiz ve tıpkı bir bebek gibi fidan olup kendine yetmeye başladığı zaman özgürlüğünü vereceğiz ona. Ama hep arkasında olacağız. Koruyacağız.




Tema Vakfı bu mükemmel hediyelerini güzel bir kese ve birbirinden sevimli meşe palamudu resimleriyle birlikte süslemiş. Dünyada olup biten her şeye sonsuz merak besleyen kuzumuz meşeleri büyük bir mutlulukla karşıladı. Tema Vakfı’na bunun bir parçası olma fırsatı verdiği için kocaman teşekkür ederiz…



İlk Seyahat(imsi)

 “Tatil Sabahı” yazısının konusu olan bayram tatili için bir plan yapabilir miyiz diye düşündük durduk uzun süre. Kuzumuzun uyku düzeni yeni yeni oturuyordu ve babasının işyerinden taşıdığı üst solunum yolu enfeksiyonu ile savaşalı daha birkaç gün olmuştu. Bir yandan da aynı evin içinde geçirilen günler özellikle annemizi çok bunaltmıştı. Hem biz değil miydik ‘bizim gibi gezenti bir çiftin kızı da sever gezmeyi, kangurusuna koyar her yeri birlikte keşfederiz’ diyen…
  
Bir yerlere gitmek istesek de bu ilk sefer için kafamızdaki kurallar çok sınırlayıcıydı… Bütçemiz sınırsız değil, bayram fiyatları havalarda uçuşan yerler tercih edemeyiz. Olumsuz durumda 1-2 saatte evimize dönebilmek gibi bir fikirde var aklımızda. (daha çok pimpirikliği ile ünlü babanın aklında) Odaların ısıtmasının iyi olması ve bebek kabul etmeleri tartışmasız maddeler zaten…
Beykoz’da daha önce kaldığımız Saklıköy geldi aklımıza. Gözümüzü kararttık 4 günlük bayram tatilinin 2 günü için rezervasyonumuzu yaptırdık. Hadi bakalım başlasın macera… “Çocukla seyahat” tecrübesizliğini bayram sabahı hissetmeye başladık tabi. ‘Sadece 2 gün kalacağımız otel için eşya hazırlamak nedir ki’ düşüncesiyle bütün bu hazırlıkları son güne bıraktık ve ilk duvara tosladık. Kendi eşyalarımızı toplamız işin hikâye kısmı. Duru hanımda öyle değil ki… Banyo küveti, havluları, yorganı-battaniyesi, biberonları, emzikleri, emzik askıları, 4 mevsime uygun kıyafetleri, gaz ilacı, rezene çayı… ve daha bir sürü irili ufaklı eşyası ile bu son dakikacılığımız konusunda bizi bir güzel tarumar etti. İşte o an bir bayram mucizesi (Şu lafımı cübbeli duysa beni kızgın şişle kovalar… Yazar Türkçe çeviride ‘christmas miracle’a gönderme yapıyor) gerçekleşti. Bakıcımız Zema bir gün önce cep telefonunu bizde unutmuştu ve onu almaya geldi. Onun o 1-2 saatlik varlığı bile hayat kurtardı resmen…

Bebekli araba seyahatinin en komik enstantanelerinden biri araba bagajı düzeni. Planlı ve disiplinli bir çalışma istiyor. Hem azami eşya sığdırıp hem de Jenga gibi alttan çıkarmak istediğiniz herhangi bir parçanın üst kısmı çok etkilememesine dikkat etmek zorundasınız. Bagajınız bebeğinizin malzemelerine yettiyse şanslısınız. Şoför yanı da anne ve babanın eşyalarına tahsis ediliyor ve dışarıdan ev taşıyormuş gibi bir görüntü verilerek 2 günlük tatilimiz başlıyor.

Otele varır varmaz doğru bir otel seçtiğimizi anladık. Çocukla gidecek yer seçiminde doğru ya da yanlış karar verdiğinizi anlamak en fazla 5 dakika alıyor. Yanlış tercihte çevrenizden size ve bebeğinize korku dolu ‘eyvah bebek ağlaması mı dinleyeceğiz’ bakışları fırlatılıyor, doğru tercihte ise parktaki otomobil sayısına eşit miktarda puset geziniyor çevrenizde. Mesela Pazar günleri sabah kahvaltısı için İstinye Park House Cafe’ye gidin ne demek istediğimi anlarsınız. Pazar sabahı evin azmanı tarafından erkenden uyandırılan aileler ile dolup taşıyor. Tüm İstinye Park’ta in cin top oynarken burada masa kapma yarışı…

Otelde uzun zaman sonra gün batımı keyfi yaptık sonbahar yapraklarıyla kaplı çimlerin üzerine atılmış şezlonglarda. Ama asıl sınav akşam başlayacak. Akşam rutinimiz olan banyo-beslenme-uyku ve sonrasında bizim akşam yemeğimizi nasıl organize edeceğiz?

Duru hayatındaki ilk oksijen çarpmasının etkisiyle tahminimizden kolay uyudu. Ama bizi en çok korkutan soruna –akşam yemeğine- çare bulamadık. Kameramız yemek salonundan çekmedi ve bizde yemek dâhil bütün geceyi odamızda en az ses çıkaracak şekilde geçirmek zorunda kaldık. Gündüzleri güzel geçirdiğimiz tatilin ikinci gecesi de birincisinin kopyası olacağını düşünerek akşamüzerine doğru evimize döndük.

Başarısız bir tatil görüntüsü çiziyor olabilir ama kızımızla ilk çıktığımız Pazar kahvaltısında da günün çoğunu emzirme odasında geçirmiş ve cümle âlemin alay konusu olmuştuk. Şimdi her Pazar kızımız neredeyse kendi hazırlanacak dışarı çıkmak için… Bu gezi de bizim için bir adımdı ve arkası kesilmemesini planlıyoruz.Şimdiden bir sonraki tatil planını yapmaya başladık bile. 

    25 Aralık 2011 Pazar

    Tarihlerden 14 Aralık!

    Bu akşam Barış'la muhabbet ederken fark ettik ki anne baba olacağımızı öğrendiğimiz tarih üzerinden 1 yıl geçmiş!:)) Ne heyecanlanmıştık, ne şaşkındık o gün!
    Duru aramıza katılalı 4,5 ay geçti bile halen heyecanlı halen şaşkınız... Acemi anne baba olarak her gün yeni şeyler öğreniyoruz. Tam kızımızı çözdük diyoruz öyle bir şey yapıyor ve bizi şaşırtıyor ki tüm düzen tepetaklak oluyor. Düzensizliğin düzeni hakim halen evimizde. Yine de çoooook güzel!
    Evimiz miss gibi Duru kokuyor...

    21 Aralık 2011 Çarşamba

    Kızım İçin Yazılan İlk Satırlar

    Alttaki yazı 15 Aralık 2010’da kızım için tutmaya başladığım ama bu blog oluşunca bıraktığım günlükten. Okuyup o günlerin farklı heyecanını hatırlamak ne kadar keyifli. Bebeğimiz hayatımıza girdiği ilk günden beri dünya farklı, daha güzel bir yer olmuş…    
                                                                                                  16 Aralık 2010

    Güzel Bebeğim,
    Dün annen bir önceki gün çok uyuduğu için sabah saat 5.00’te uyandı. Aralarda uyusa da erkenden ayaktaydı. Şimdilik hamilelikte sık görülen bulantı durumu yok. Sadece sık tuvalete gidiyor ve normalden fazla uyuyor.
    Ben daha kimseye senden bahsetmedim. Kendimi tutmaya çalışıyorum. Annen de sadece iş yerinden arkadaşı Ezgi’ye söyledi şimdilik. Bu kadar güzel bir haberi söylememek ve paylaşmamak çok zor...
    Annen senin sağlığın için gerekli olan Folic Asit aldı bugün eczaneden. Sonra da kafasına takılan 1-2 sorunun yanıtlarını almak için doktorunu aradı. Her şey yolunda merak edilecek bir şey yok…
    İstanbul çok soğuk bugünlerde. 3 derece civarındaydı akşam ben işten çıkarken ve hafif yağmur çiseliyordu. Annenin süt ürünleri tüketmesi gerektiği için internetten tarif alıp ona yayla (yoğurt) çorbası yaptım. İnternetten de Wagamama diye bir restauranttan körili tavuk, pilav ve soya fasulyesi (edamame) sipariş verdim. Hepsi annenin sevdiği yemekler. Akşamda süt ihtiyacı için ballı-muzlu süt yaptım yine…
    Film seyredelim diyorduk ama ikimizin de uykusu olduğu için TV’de yarışma programı seyrederken koltukta uyuyakalmışız. Anneni yatağa geçirdim sonra.
    Oturma-çalışma odası olarak ayırdığımız odayı sana ayırmayı düşündük dün. Güzel, aydınlık bir oda. Her şeyi senin seveceğin ve rahat edeceğin şekilde ayarlayacağız. Yeter ki sen sağlıklı, mutlu gel aramıza… Öpüyoruz seni…

    4,5 Aylık Babanın Özeleştirileri

    Aslında özeleştiriden çok hayatımda değiştirmem gereken şeyler aklıma geliyor sürekli. Tabi bir sürü kişilik özelliklerim var çocuğumun gelişimi için törpülemek istediğim. Kolay parlayıp, çabuk sakinleşen yapımı; önyargılarımı; kimi zaman dibe vuran empati kuramama durumumu toparlamam gerekiyor. Ama bahsetmek istediğim daha çok daha fiziksel, elle tutulur değişiklikler…
    • Daha az televizyon izleyip, daha çok okumaya vakit ayırmak... Bebeğimize 2 yaşına kadar hiç televizyon izletmeyeceğiz ve 3 yaşından sonrada izleme sürelerini elimizden geldiğince en azda tutacağız ama bence bunlardan daha önemlisi; aslında kendimiz içinde doğru olan şu televizyon bağımlılığından kurtarmaya çalışacağız kendimizi. Sadece okumak demek eksik aslında, daha çok sohbet; oyun ve uyumak için… Sıradaki parça RHCP’dan geliyor: “throw away your television”
    •  Tamamen koptuğum oyun dünyasına artık kıyısından köşesinden girmem gerekiyor. PS; Wii ve PC oyunlarından bahsediyorum. Ne olursa olsun kızımız bir şekilde bu oyunlar dünyasına girecektir diye tahmin ediyoruz. Karşıda değiliz ayrıca. Oyunların doğru yaşlarda çocukların dünyasını geliştirdiğine inanıyoruz. Bu yüzden bizimde bu dünya ile ilgili aşinalığımız olmalı. Acilen arkadaş evlerindeki PS partilerine gitmeye başlamak lazım
    • Kızımın spor yapmasını çok istiyorum. Selcan’la hep konuştuğumuz şey çocuğumuzu “proje çocuklar” gibi yetiştirmemek. OKULPİYANOKURSUDERSANEYÜZMEDERSİETÜDÇALIŞMALARIBALEOKULU gibi bir deliliğin içine gömmek istemiyoruz onu. Ama zevklerini oluştururken bizim de etkimiz olacaktır. Bu yüzden karar verdim, her zamanki yalnızca erkek kategorilerindeki sporların yanında kadınlar voleybol, tenis ve kayak gibi yayınları da takip edeceğim.
    • Beni tanıyanların en çok şikâyet ettiği konulardan biri benim biraz ağzımın içinden ve kelimeleri yuvarlayarak konuşmamdır. Üniversitede bir dönem o kadar kötü duruma gelmişti ki akşamları ağzına bir kalem sıkıştırıp kitaptan 1 sayfayı yüksek sesle okumaya başlamıştım. Gerçekten çok faydasını gördüm bunun. Sanırım buna yeniden başlamam gerekiyor.
    Bu liste uzar gider büyük ihtimalle. Aklıma geldikçe buraya yazayım ki değişim için motivasyon olsun…

    7 Aralık 2011 Çarşamba

    Van

    Üzülüyoruz, ilk 1-2 gün yardım ediyoruz ama sonra ‘ben sorumluluğumu yaptım’ diye düşünüp unutuyoruz. O yardımlar ne oldu, bebekler ısındı mı, emziren annelerin karınları doydu mu, uyudukları yer sıcak mı, çadır içinde kullandıkları sobalar yüzünden yangın çıkar mı bilmiyoruz. Gönderdiğimiz yardım paketlerinin akıbeti konusu zaten muallakta. Geçen hafta 8 tır dolusu yardım paketinin bulunduğu depoda yangın çıktığı, çıkan yangına yakın bir çadırda 5 aylık bir bebeğin donarak öldüğü haberini okuyoruz ama buna bile tepki göstermiyoruz. 8 tır dolusu malzeme neden depoda durur orada çocuklar ölürken?
    Aradan bu kadar geçmişken bunları düşündüren Facebook’taki bir fotoğraf. Van’da soğuktan elleri mosmor uyumaya çalışan bebek ile İstanbul’da oda sıcaklığını derecesi derecesine ayarladığımız odalarda uyuttuğumuz bebeklerimizden birinin yan yana konulmuş fotoğrafı.
                                         

    Bu fotoğrafı arkadaşımız ve aynı zamanda doğum fotoğrafçımız Alev Durmuşoğlu’nun sayfasında gördük. Alev’in bir arkadaşı İstanbul’dan Van’a 112 ekibi olarak gitmişti. Alev’le kurduğu temasta İstanbul’dan gönderilecek çocuk giysilerini orada bebeklere kendi eliyle giydireceğini söylemiş. Alev’de mesleği icabı birçok bebekli aile tanıdığı için, kolları sıvamış. Biz haberi duyunca arkadaşlarımıza da haber verdik ve onlardan topladığımız kıyafetlerle Duru’nun küçülen ve fazla olan giysilerini paketleyip Durucuğu da yanımıza alıp Alev’in stüdyosuna götürdük.
    Ufacıkta olsa bir katkı sağlama fırsatı verdiği içinönce Alev’e teşekkür etmekle başlayalım… Arkasından birkaç söz de asıl kahramanlara… (bir teşekkür de kendi kuzusu ile Van’da Özlem’in çektiği fotoğrafı yan yana koyup Facebook’ta yayınlayan Ebru’ya)

    Sevgili Özlem ve arkadaşları sizleri hiç tanımıyoruz ama umarım bir gün yollarımız kesişir. “Koşullar zor ama sizlerin sayesinde iyileşiyor” demiş bir arkadaşınız. Telefonla konuşurken burnunu çekiyormuş Özlem… Artçılarla birlikte bölge hastanesinin tamamen kullanılamaz hale geldiğini ağlayarak söylemiş…
    Sizlerden ricamız orada yaşadığınız ve tanık olduğunuz acıların; eline eldiven, ayağına kuru bir çorap giydirdiğiniz her bebek için kalbinizde duymanız gereken huzur duygusunu bastırmasına izin vermeyin. Ve n’olur bizleri affedin. 

    3 Aralık 2011 Cumartesi

    Duru artık 4 aylık!

    3 Ağustos--- minik kızımız doğdu!
    Bugün 3 Aralık ve Duru tam 4 ayı doldurdu. Kocaman bir kız olmuş gibi hissediyoruz bugün. Sanki 18 yaşını dolduruyormuş gibi heyecanlıyız.
    Kocaman gülümsemesi ve agugugularıyla evimizin enerji bombası "o".
    Sabahları konusarak uyanan, ellerini boğazına kadar sokup şapur şupur emen, her gördüğü yeni şeye gözlerini kocaman kocaman açarak bakan meraklı bir kız çocuğu...
    Bunun gibi 3 tane daha geçecek güzel kızım ve kocaaaman doğum günü pastanı kesiyor doğum günü mumlarını üflüyor olacağız... Kimbilir ondan sonrada daha kaç tanesini...
    İyi ki varsın...
    Seni çok seviyoruz!

    Kızımın Odası

    Selcan’la birlikte gittiğimiz ilk doktor kontrolü akşamı evdeki 3. odanın kapısında durup hayaller kurmaya başladık.
    Bu oda eski dolap –ya da diğer ismiyle giyinme soyunma – odası... Bizden önceki ev sahibi evin en aydınlık odasını sağlı sollu tavana kadar dolaplarla kaplatmış. Odayı dolaplar olmadan hayal etmek zordu tabi. Ama dedim ya kızımla (o zaman sadece ‘bebeğim’di) ilk defa tanışmıştım ve o durumda banyonuzu bile Disneyland gibi hayal edebilirsiniz.
    İnci Tunçel’in Levent’teki mağazasına girince bembeyaz mobilyalarına vurulduk. Favorimiz olan “Bulut” modelinden yatak, 3 kapaklı dolap ve şifonyerden oluşan takımı ısmarladık. Ablamın tavsiyesine uyup kızımız büyüyünce kendi zevkine göre odasını seçmek ister diye yatağı büyütülebilen modellerden almadık.Sevdiğimiz başka bir şey bu takımı tamamlaması için yine İnci Tunçel’den aldığımız beşik oldu. Bunu ilk dönem kendi yatak odamıza da rahatça koyabildik tekerleri sayesinde.Casa’dan açılıp tek kişilik yatak olabilen emzirme amaçlı aldığımız şeker pembesi koltukla mobilyalarımızı tamamladık.
    Duvar kağıdımız Tartine et Chocolat’tan... Beyaz üzerine pembe balerin babetleri; tütüler; biraz “Şeker Kız Candy’i” biraz “Judy ve Uzun Bacak”taki Judy’i biraz da Japon animelerindeki çekik gözlü kız çocuklarını anımsatan balerinlerinden oluşan desenleriyle duvarlarımızı süslüyor artık…
    Annesi şimdiden kızına tütüler giydireceği günlerin hayallerini kuruyor. Bunlar bir yana… Bebek odasını bebek odası yapan en önemli şey ‘bebek kokusu’ymuş. Kullandığımız deterjanlara hiç benzemeyen mis gibi sabun tozu kokusunun, süt kokusuna karıştığı koku… O koku yerleştikten sonra odaya geri kalanlar teferruat oluyor…


    2 Aralık 2011 Cuma

    Duru'nun Annesi...

    3 Ağustos'tan beri beni tanımlayan yeni bir sıfat var! Duru'nun annesi :) Temmuz'dan beri sesimin cıkmamasının sebebi birtanecik kızım! Hayatımıza öyle hızlı bir giriş yaptı ve hayatımızı kapladı ki tüm boş vakitlerimi uyku&yemek&wc&yıkanma gibi temel ihtiyaçları gidermekle değerlendirir oldum. Dile kolay yarın 4.ayımızı dolduruyoruz ve ben ihmal ettiğim blogumuza artık tekrar yazı yazmaya baslıyorum.Sonunda! Çok özlemişim. Hem çok hızlı hem de çok yavaş geçti zaman geriye dönüp bakınca. Yazılacak o kadar çok şey birikti ki. Hamileliğimin son günleri,doğum,doğum fotoğrafçıları, emzirme-uykusuzluk, ilk seyahatimiz, durunun oyuncakları vb bir sürü şey! Hepsini yavas yavas yazıyor olacağım...


    4 aylık bir anne olarak geçen zamanın çooook zor olduğunu  itiraf etsem de hayatım(ız)da yaptığım(ız) en güzel şey kızım(ız)!

    29 Kasım 2011 Salı

    Tatil Sabahı

    Tatil günleri bakıcısız kızımla baş başa günlerimiz… Annesi sabah biraz daha uzun uyusun diye biz odadan çıkıp kuzumun odasına gidiyoruz, dönencesinin altında en sevdiği müzikler eşliğinde çığlık çığlığa oyunlar oynuyoruz.

    O sabah sabrı tükendiğinde annesine kahvaltı hazırlamaya karar verdik. En iyisi kuzumu pusetine yatırıp kahvaltıyı hazırlayayım dedim ama sanırım kızım da yardım etmek istedi, daha pusetine oturur oturmaz kıyamet koptu. Ben uslu bir baba olarak kızımın uyarısını dinleyip tekrar kucağıma aldım…

    Duru kahvaltı hazırlama işinde koordinatörlük yetenekleri üst düzey bir bebek ama pratiğe gelince henüz zayıf. Mecburen benim iki elimi de kullanmam lazım. Kanguru yardıma yetişti. Duru kanguruyu seviyor ama bir şartla… Durmak yok, sürekli hareket etmek lazım. Mobil bir şekilde kahvaltı hazırladık. Domatesleri salonda doğradık, zeytinlerin üzerine zeytinyağını koridorda, kekiği mutfakta koyduk; aralarda da youtube’tan favori şarkımızı açıp ayna karşısında dansettik… “Adele –Rolling In the Deep”

    Annemizi kaldırmamız lazım artık. Tatil sabahı dedim ama öyle Pazar tatili falan değil. Kızımın hazırlanması lazım… Kırmızı babetlerinin açılışı yapılacak bugün. Bilgisayarı elimize aldık. Kapının önünde sıradaki şarkıyı seçtik…

    Bugün bayram erken kalkın çocuklar
    Giyelim en güzel giysileri
    Elimizde taze kır çiçekleri
    Üzmeyelim bugün annemizi
    Bugün bayram çabuk olun çocuklar
    Annemiz bugün bizi bekler
    Bayramda hüzünlenir melekler
    Gönül alır bu güzel çiçekler

    (Keşke kızımda tanısaydı Barış Manço’yu. “Arkadaşım Eşşek”i yazan adamı o da çok severdi… )

    Annesi bembeyaz bayramlıklarının altına kırmızı babetlerini giydirdi. Daha el öpemiyor ama bayram harçlıklarını kumbarasına atıyoruz kuzumun. Ne de olsa minik çantasına bayram paralarını en ütülü şekliyle banka nizamında yerleştiren bir anneyle, bayramdan günler önce bayram harçlıklarıyla alacağı Matchbox oyuncak arabaları seçen bir babanın kızı o… 

    Hayatımızda Yeni Bir Kelime: Ritüel

    ‘Ritüel’ kelimesinin ekşisözlük’ten bulduğum tanımları şunlar:

    Antropolojide çoğu zaman belirli aralıklarla yinelenen, dinsel ya da büyüsel bir nedene göndermede bulunan ve birlikte gerçekleştirilen eylemler (ayin) olarak kullanılıyor. Örneğin sünnet, namaz kılmak ve oruç tutmak ritüele örnek olarak verilebilir. Psikolojide ise, özellikle obsesiflerin düzenli olarak gerçekleştirdikleri davranışlar olarak kullanılmakta. Örneğin, nevrotik bireyin her yarım saatte bir düzenli olarak ellerini yıkaması gibi… Psikanalizde ise, düzenli olarak gerçekleştirilen her biçimsel eylem.


    Şimdi dinsel eylem tanımı pek bizi anlatmıyor olabilir ama sonuç aynı… Ritüeli bozarsak Duru fena çarpıyor. Psikolojideki obsesif (takıntılı) tanımı üzgünüm ama kolik bebeği olan anne ve babaların ilk 3 ayları için çok mantıklı… Bir ara Duru’nun gün içi uyuma-uyanma saatleri, sağ-sol meme emme süreleri, Selcan’ın yediği her şeyi ve bunun gibi daha bir çok şeyin çizelgesini tutmaya başlamıştık ve bence bunu takıntı olarak tanımlamak pek yanlış olmaz ama sanırım bizim aradığımız tanım psikanaliz tanımı…
    Saçma gelmiş olabilir böyle bir giriş bizim blog için… Ama bu kelime bizim hayatımızda öyle çok yer kaplıyor ki buna özel başlık açmak şart oldu. Gerçi anne baba olmadan önce bizim en sevmediğimiz kelimeler ‘ritüel, rutin…’ en sevdiklerimiz ise ‘simultane, yeni…” idi. Şimdi bir ritüel sağlamak için inanılmaz çabalar harcıyoruz. Bu yazı yazılırken Duru 3 ay 20 günlük. İlk 1 ay zaten siz isteseniz de hiçbir şekilde düzene oturmuyor. Bahsettiklerim genelde ilk 40 gün geçtikten sonrası için…

    “Bebekler ritüeli sever.”

    Öyle çok duyduk okuduk ki bunu ilk birkaç haftada. Okuyorduk çünkü hayatımız gerçekten zordu. Daha önce bebek bakmış anneler, büyükler, bakıcılar (kendi bakıcımız da bunlara dâhil) hatta bebek hemşirelerinin bile kabul ettiği bir gerçek vardı: Duru zor bir bebekti. Gaz problemi aşırı fazlaydı ve Duru ağlamaya başladığında onu susturmak Michael Jordan’ı tek pota maçta yenmekten daha zordu. Bu şikâyetle doktoruna gittiğimizde bile öyle bir ağlama krizine girdi ki Duru, oradaki tüm hemşirelerin seferber olmasına rağmen muayenehaneden çıkmamız bir saat sürdü.
    Günlük tavsiye edilen ritüellerde en önemlileri her gün akşama doğru bebeğe banyo yaptırmak, emzirmek ve uyutmak. Zaten gündüz yapılacaklar fazla düzene oturtulamıyor ne kadar istesenizde. Gündüzleri tek istediğimiz Duru’nun olabildiğince fazla evden çıkıp hava alması. O konuda bakıcımız zaten gönüllü, en soğuk havada bile yarım saat pusetiyle yürüyüş yaptırmaya çalışıyor. Düzene sokmak istediğimiz kısım daha çok akşamları. Çünkü huzursuzluğu saat 16.00 gibi başlıyor ve saat 19.00 gibi tavan yapıyor. Biz akşam 19.00’dan itibaren Duru’yu ışığa çıkarmadık pek. O saatten sonra yapacaklarımızı hep karanlık ortamda, sessiz ve olabildiğince hızlı yapıp tekrar uykuya geçmesine gayret ettik. Neyse ki gece-gündüz ayrımı kolay oturdu bunun sayesinde. Bizim çözmemiz gereken en büyük sorun 16.00-19.00 arasındaki 3 saatti.

    Bu 3 saat ne yapılabilir. “Şu yapılır ve ağlaması kesilir” diye bir şey yazabilmeyi çok isterdim. Eğer bebeğiniz kolikse ne yaparsanız yapın ağlıyor. Sizin yapabileceğiniz en iyi şey bence bebeğe dönüşümlü olarak vakit ayırmak. Bebek annenin kucağındaysa (ki bence bu süreler en aza indirilmeli, anne zaten emzirme için gece dahil sürekli hazır asker bekliyor, ağlama krizlerinde eğer emzirmeyecekse bebekten olabildiğince uzak olmalı, gidip duş almak gibi kendini rahatlatacak aktiviteler seçmeli) baba, babanın kucağındaysa anne gidip başka odada dinlenmeli. Çünkü bebeğin o çığlıkları insanın bütün sinir sistemini yıpratıyor, sırtınız ağrımaya başlıyor, öyle çok terliyorsunuz ki günde 3-4 defa üstünüzü değiştirmek zorunda kalıyorsunuz. Yavaş yavaş sinirler bozuluyor. Kendiniz dâhil evdeki herkese çatıyorsunuz, hatta bazen 1aylık bebeğe bile “bu kadar ağlayacak ne var” diye söyleniyorsunuz. Yani söylemeye çalıştığım ‘eğer çocuk için yapabileceğiniz bir şey yoksa kendinize vakit ayırın ki size ihtiyaç olduğunda gücünüz yerinde olsun.’
    Okuduğumuz kitaplardan aldığımız tavsiyelere göre saat 19.00 gibi banyo yaptırıp, emzirme ve sonrasında karanlık bir oda da uykuya dalmasını sağlayacaktık. Ama saat 19.00’da Duru öyle bir kriz içinde oluyordu ki bırakın yıkamayı kendi terimiz içinde yüzüyor oluyorduk o saatte. Bazen ufacık değişiklikler büyük farklar yaratıyor. Banyosunu yarım saat önce, krizler zirve yapmadan yaptırmaya karar verdik. Bir de banyosunu küvete takılan file üzerinde yaptırmak yerine direkt suyun içinde yaptırmaya başladık. Banyodaki ağlamaları birden azaldı, hatta eğlenmeye bile başladı. Arkasından hemen karnını doyurup uyutmaya çalıştık. Duru akşam 20.00’den gece 01.00-02.00’ye kadar uyumaya başladı. Uyku uykunun mayasıymış. Gece uykuları da bunun sayesinde düzene girdi. Duru geceleri yaklaşık 3 saatte bir uyanır oldu. Kilosu da uygun olduğu için biz de uyandırmadık. Arada duyuyoruz bazı ailelerden. 3 aylık bebeği kesintisiz 9 saat falan uyuyan. Her bebek kendine özgü… Biz bu duruma bile geldiğimize çok memnunuz şu anda :)
    Bütün bunları okuyunca sanki kızımdan şikâyet ediyormuşum gibi geliyor. Ama aslı öyle değil… Yazının başında ‘ritüel’ tanımında yazan başka bir kelimeye çıkıyor yolumuz. “Nevrotik” bir baba olduğumu hissediyorum bazen. Çünkü bunca uğraş verip onu uyuttuktan birkaç saat sonra ‘uyansa da şöyle yanağından kocaman bir öpsem’ diyorum. Bunalıp dışarı hava almak için çıkarsam dönüşte arabayı daha hızlı kullanıyorum bir an önce kavuşmak için. Şimdi birde gülümsemeye başladı… 

    5 Ekim 2011 Çarşamba

    “2 Çocuk ve 1 Eli Sopalı Duru”


    Herkese inat aslan burcu olsun istiyordum kızımın. Olması bu kadar yüksek ihtimalken “burcu aslan olmasa” demeleri inadımı depreştiriyordu. Dominant olsun kızım, kendini dinletsin diyordum… Diyordum ama inanmıyordum bu muhabbetlere de ondan diyordum… Şimdi sen misin inanmayan…
    En son ölçümüne göre (1 aylıkken) 54 cm boyunda bir komutanımız var artık evde. Annesi, ben, anneannesi, bakıcısı evde kim varsa emrine amadeyiz. Desibel olarak dövebiliyor hepimizi. Uykusuzluğa dayanıklılık konusunda 10 kaplan gücünde kızım. Ama bir o kadar da neşeli. Tüm mahalleyi hazır ola geçirebilecek şekilde bağırırken, 1 dakika sonra gülücükler dağıtabiliyor.
    Bu gün 49 günlük. 2 gün önce ilk defa anneannesi olmadan çekirdek aile olarak bir gece geçirdik. 3-4 gün içinde tamamen çekirdek aile formuna geçeceğiz. Kızımızı tanıyoruz her geçen gün. Hep yazıyorum burada… Her bebek, her doğum, her hamilelik süreci kendine özgüymüş. Diğer insanların tecrübelerini okumak önemli ama bunu da akıldan çıkarmamak gerekiyor.
    Bir bebeği ağlatmamanın ilk kuralı onun yanında kendine güvendiğini hissettirmen gerekiyor. İlk günler annesi de, ben de Duru’yu pul koleksiyoncusunun en değerli pulunu tutuyormuş gibi taşıdığımız için kızım her defasında basıyordu bize fırçayı. Benden tavsiye hastanede geçirdiğiniz 1-2 gün zamanın değerini bilin ve oradaki hemşirelerden bol-bol faydalanın. Çünkü herkesin hastane hikâyesi bu konuda benzerdir. Bebek sizin yanınızda ağlar, hemşire kucağına alır almaz susar. İşte bunu gördüğünüz anda hemşireye rica edin onu sakinleştiren tutuşu sizde deneyerek göstersin. Biz bunu sonradan kendi çocuk doktorumuzun hemşiresinde yaşadık ve tahmin etmeyeceğimiz ölçüde faydasını gördük.
    Tekrar bastırarak yazıyorum bebeğinizin ağlamalarına karşı ilk yapacağınız şey onu o andaki sıkıntısına göre nasıl taşıyacağınızı öğrenmeniz. Yanlış okumadınız. “o andaki sıkıntısına göre” taşıma metodu… Çünkü bebek gazı olduğunda, tuvaletini yapmaya çalıştığı zaman, uykusu olduğunda hep farklı şekillerde taşınarak rahatlıyor. Her ağladığında gazını çıkarayım diye omuzuna vurursanız miniği, size dünyayı dar edebilir. Bu arada kaka yapma tutuşu da kendine özgü bir olgu Duru için. Genellikle erkeklerin kucağında -kayınpederim ve ben favorisiyiz bu konuda-  (itiraf ediyorum kızım şimdiden verdiği bu feminist mesaj bir kız babası olarak çok da hoşuma gidiyor) sırtüstü uyku pozisyonunda bağırsaklarını boşaltıyor. Diğer bebeklerin uyuduğu bu pozisyonda Duru çevreye en cin bakışlarını fırlatıyor.
    Bir başka önemli konu bebeğin sakin olduğu, sizinle iletişime geçtiği, gülücükler attığı vakte kendinizi çok kaptırmayın. Bu azmanlar sakin durumdan, terminatöre 2-3 saniye içinde geçiş yapabiliyorlar ve bir bebeğin ağlaması için en güzel çözüm ağlatmaya hiç başlamamak. İstediği şeyleri istediği sırayla ve zamanda yaparsanız kısmen becerebiliyorsunuz. Yeni uyanmış ve neşeli anında iletişime geçmek çok zevkli ama bunun sınırını bilip, fazla zorlamadan altını değiştirmeli sonra zamanı iyi kullanıp memeye yetiştirmeli. Eğer bu aralarda herhangi bir yerde yavaş hareket ederseniz size yarım saatlik bir ağlama krizi olarak geri dönebiliyor.
    Burada ahkâm kesiyorum ama daha 49 günlük babayım. Tek yapmaya çalıştığım evde yanında olduğum zamanlarda kızımı tanımaya çalışmak. Bir yandan onunla geçirdiğimiz her saniyenin tadını çıkarıp, bir yandan da birlikte lego oynayacağımız günleri iple çekmek…

    10 Eylül 2011 Cumartesi

    Taze Babadan Doğum Hikayesi

    Uzun zaman oldu yazmayalı… Bu satırların okuyucuları zaten boşlukta olanı tahmin etmekte zorlanmıyordur. Kızımızın kokusu öyle başımızı döndürüyor ki, onun yanından ayrılıp buraya 2 satır yazmak çok zor oldu.
    Bu günkü hikâye 3 Ağustos’ta başlıyor. Hatta biraz öncesine dönelim. Kağan Bey bize beklenen doğum tarihinin (40 Haftanın dolduğu gün) 6 Ağustos olduğunu söylemişti aylar önce. Haftalar çok hızlı ilerliyordu. Bu sadece benim fikrim değil, Selcan’da öyle düşünüyordu –muhtemelen son aya kadar çalıştığı için-.
    “Şafak sıkıştırması” diye bir şey duydunuz mu? Askerlikte son günlere gelince rahatlaması gereken askerler için zaman çok daha yavaş geçer. Nefesi daralır. İşten ayrıldıktan 1-2 hafta sonra Selcan’ı şafak sıkıştırmaya başladı. Tekmeleri, ağrıları daha sık dinler oldu. 1-2 saat ses çıkmayınca içerden telaşlanır olduk iyice. 9 Temmuz 36. Hafta’nın bitip, 37. Hafta’nın başladığı tarih. Peki, neden önemli derseniz, bu tarihten itibaren olan herhangi bir doğum prematüre sayılmıyor ve bebek gelişimini tamamlamış olarak görünüyor. Tabi bunu bilmek bize yaramadı. Sanki 6 Ağustos tarihini hiç duymamış gibi başladık beklemeye.
    Önce Selcan’ın annesi geldi İstanbul’a. 3-4 gün sonra benim annemle babam gelip bir otele yerleşti. Her gün yeni tahminler geliyordu. Selcan 20 Temmuz diyordu, geçti. Ece 22 Temmuz olsun da Aslan Burcu olmasın diyordu. O da yalan oldu. Annem 27 Temmuz… Ben 30 Temmuz demiştim. Ağustosu gördük sonra. Yine 6 Ağustos tarihi hiç verilmemiş gibi “bu kız da çok nazlı çıktı” demeye başladık. Hâlbuki daha gecikmemişti Duru.
    ***

    03 Ağustos Çarşamba sabahı saat 04.00’te uyandırdı Duru hepimizi. (Galiba alışkanlık yaptı kızımda, bu uyandırma servisi aynen devam ediyor)
    FloranceNightingale Gayrettepe… Son haftalarda 3-4 defa yolları iyice ezberleyelim diye gidip gelmiştik hastaneye. İlk muayeneyi sabah 07.00’de olduk. (Ne demekse “olduk”. Olaydan kendine pay çıkarmaya çalışan baba yaklaşımı işte) Tamam, başladı… Kayınpederim ’de uçakla yetişti. Ablamın uçağı daha geç. Doğuma yetişemeyecek. Yiğit hastalanmış, hastanenin başka bir odasında yatıyor.
    Kağan Bey öğlen 13.00 gibi geldi ve muayeneyi yaptı. “Akşam 19.00 gibi bekliyoruz doğumu. Biraz yürüyün koridorda” dedi ve gitti. Epidural takıldıktan sonra o serum şişesi ile yürümek için farklı bir sınıfta ehliyet almak lazımmış onu da öğrendik.
    Selcan hiç bağırmadı. Son dakikaya kadar gülerek sohbet etti bizimle. Ağrı eşiğinin çok yüksek olduğunu söylediler. O yüzden bu satırları okuyan bebek bekleyen birileri varsa “ne kadar sakin anlatıyor” diye düşünmesin. Her doğum kendine özgüymüş. Biz bunu öğrendik.
    19.00’u beklemedi kızımız. Saat 16.30’da Kağan Bey’i acil bir telefonla hastaneye getirtip ameliyathaneye girdik. Saat 17.25’te ilk ınga’yı duyduk. Yanındaydım Selcan’ın doğumda. Yine ahhbile demedi. Mükemmeldi… Çok insan soruyor neler hissediyorsun doğuma girince diye. Ben sonsuz güven hissediyordum Selcan’a. Tabi onun sakinliğinin, soğukkanlılığının sayesinde. Çok dile getirilen “babanın da orada olup destek olması”muhabbetine ben pek inanmıyorum. Destek değil bence orada olmak. Sadece anı paylaşmak… Kendimize fazladan pay çıkarmanın âlemi yok.
    SELCAN… Genellikle kullanılan beylik cümle “güçlü görüntüsü altında yatan kırılgan bir kişilik” şeklindedir. Bu serüven bana Selcan’ın kırılgan, duygusal görüntüsünün altında sakladığı güçlü, iradeli kadınla tanışma fırsatı verdi. DURU… İnat ettim çok duygusal yazmayacağım. Nokta burnu, sarkık dudaklarıyla yaşantımıza girdi. Çok çok iradeli, kızı için tüm yorgunluğuna rağmen mücadele eden bir annenin 3.390 gr, 50 cm boyunda kızı. Adettir, bu yazıların sonu ”Hoş geldin Duru” diye biter. Bense onun için bir şarkı seçtim. Selcan beyazlar içinde bana doğru yürümüştü bu şarkı eşliğinde… BrightEyes’dan,
    This is the first day of my life
    Yours is the first face that I saw

    I Think I was blind before I met you 

    I don't know where I am

    I don't know where I've been

    But I know where I want to go
    So I thought I'd let you know
    That these things take forever
    I especially am slow
    But I realized that I need you
    And I wondered if I could come home
    This is the first day of my life,

    I'm Glad I didn't die before I met you

    But now I don't care I could go anywhere with you

    And I'd probably be happy.

    6 Temmuz 2011 Çarşamba

    Pembe Converse


    Bilge ablası İngiltere yolculuğundan bizi de düşünerek yurda dönmüş. Bugün sabah ofise geldiğimde masamın üstünde bu paketi buldum! Kızımıza bunları giydirmek için sabırsızlanıyorum. Hadi gelsin artık, onunla festivallere gidip, çimlere yayılalım ayağında pembe converse'leri olsun!:)

    Papaz erik& kan kırmızı karpuz

    Yaz aylarında hamile olmanın en güzel tarafı meyve ve sebzelerin bolluğu bence. O kadar güzel meyveler var ki etrafta resmen beni baştan çıkarıyorlar!!! Herseyi taze taze alma hastalığımdan dolayı bir ara her Cumartesi İstinye pazarının müdavimi olmuştum ancak haftalar geçip ağırlaştıkça artık Barış bu görevi üstlendi ve en tazelerinden meyveleri yemeye devam ettim. Elinde erik dolu poşetle geldiği akşamlar resmen boynuna atladım!:)) Aşağıdaki meyveleri şiddetle tavsiye ederim hem kilo yapmıyorlar hem de bünyeye iyi geliyorlar.

    Hamilelik dönemimdeki vazgeçilmezlerim;
    • Papaz erik ( şişlik yaratmaması için mümkünse min. tuzla yenilmeli;)
    • Karpuz (sıcaklarda hem ferahlattı benı hem de karpuz&peynir&ekmek 3'lümün vazgeçilmezi oldu)
    • Kiraz
    • Kayısı (özellikle bağırsak problemi yaşıyorsanız birebir!)

    28 Haziran 2011 Salı

    En güzel oyuncaklar!

    Kod adı buçuk yani Duru kızımız için güzel bir oda, güzel elbiseler, güzel duvar kağıtları gibi isteklerimiz vardı ama bizi en çok onun ilk senesi için güzel oyuncaklar ve kitapları araştırmak heyecanlandırdı! Bebeklerin beyin gelişiminin %70'inin ilk 1 senede tamamlandığını düşündüğünüzde ilk 1 sene sünger gibi herşeyi öğrenmeye hazır kızımıza neler yapabiliriz diye kolları sıvadık:)

    Kitap konusunda Bir dolap Kitap blogu çok yardımcı oldu bize! Saolsunlar ii ki varlar ve böyle bir işe gönül vermişler... her kitap hakkındaki yorumları buradan okuyup güzel bir liste yaptık kızımız için... yavaş yavaş toparlayarak babasının kitaplığında bir raf ayıracağız kızımızın kitaplarına.

    Oyuncak konusu ise daha zor... herkes baska birşey sölüyor hele ki mağazaya gittiğinizde satıcılar en pahalı oyuncakları size satmak için ellerinden ne geliyorsa yapıyor... işte tam bu sırada Sinem Olcay Kademoğlu ve önerileri girdi hayatımıza! Öğrendik ki bebeklerde zaten ilk aylarda boyut algısı yok dolayısıyla bebek gelişimi için en önemli şey ilk aylarda 2 boyutlu oyuncaklar tercih etmek sonrasında 3 boyutlulara terfi etmek... Yani piyasada gördüğünüz binimum ışıklı ve müzikli dönenceleri satın almak yerine 2 boyutlu geometrik desenlerden ve yüz figürlerinden oluşan dönence ve oyuncaklar tercih edilmeli. Hemen internetten araştırıp satın almak için sıvadık kolları! Hem burada satılan oyuncaklara göre daha uygun fiyatlı hem de kızımızın gelişimi için en ideali olunca dayanamaıdk bir sürü oyuncak sipariş ettik. Şimdi sabırsızlıkla gelmesini ve duru ile oynamayı bekliyoruz... Şiddetle tavsiye olunur! Gereksiz oyuncaklara bosu bosuna paralar vermeyin...Görünüşe aldanmayın:)

    http://www.manhattantoy.com/

    22 Haziran 2011 Çarşamba

    Hıçkırık!

    Pazartesi akşamı İzmir'den anneannemiz geldi:) Ailede ilk torun olacağı için annemin heyecanı büyük ve farkettim ki doğum yaklaştıkça daha da artıyor. Haftasonu dedemizin de aramıza katılmasıyla ekibi tamamlamış olacağız!

    Annem geldiği akşam yemek muhabbet derken saati yine 12 etmişiz ben artık caponize gözlerle yatağa doğru yol aldım. Uyku öncesi hazırlıklarımı tamamladım ve yatağın kollarına bıraktım kendimi. O sırada bizim kızda bir hareketlenme! Babasına bak bizimki yine "sabaha kadar dans modunda" derken farkettik ki her zaman attığı tekmelerden çok farklı bu! Bir kere onlar kadar sert değil ikincisi ve en önemlisi de çok düzenli ve ritmik! İşte o an anladık kızımızı "hıçkırık" tutmuştu içerde:)29. haftadan sonra diyaframın uyarılması sonucu ortaya çıkan bir refleks hıçkırık ve tüm kaynaklarda çok normal olduğu belirtiliyor.Bunu bilsenizde hissetmek inanılmaz birşey! Sizi hıçkırık tuttuğunda ne yapacağınızı bilirsiniz gider su içer ya da nefesinizi tutar ve diğer bildiğiniz binimum metodlarla bunu geçirmeye çalışırsınız. Ancak minik kızınızı hıçkırık tuttuğunda ne yaparsınız? Biz bol bol güldük ve geçmesi için bekledik. Onun solunum organlarının geliştiğini düşünüp mutlu olduk!:)

    21 Haziran 2011 Salı

    “Babalar Fazla Kilolara Dikkat”

    Kağan Bey Selcan’a ilk 3 ay hiç kilo almama hedefi koymuştu. Tüm hamilelik süreci için de 12 kilo. Tabi bu herkes için değişiyormuş. Arabalar için benzin deposu örneğini verdi Kağan Bey (bana çok garip gelmişti ama bir kadın doğum uzmanının kadınlarla empati kurma yeteneğinin benden kat-kat iyi olduğunu tahmin ederek susup yerime oturuyorum). Her arabanın deposu farklı dolulukta ve deponun dolması için alınacak benzin miktarı birbirinden farklı. Bir “sıfır beden” manken 20 kilo alması gerekirken, aşırı kilolu bir anne adayının sıfır kilo alarak tamamlaması istenebilir.

    İlk üç ay gerçekten kilo almamayı başardı Selcan. Şu anda 32.5 haftalık hamile ve 8-8.5 kilo aldı. Bence durumu çok-çok iyi ama tabi ki bunu kendisine kabul ettirmek çok zor oluyor. İlk aylar spor salonunda tempolu (5.5 km/sa) hızla 30 dakikalık yürüyüşler şimdi 10 dakikalık tosbağadan hallice yürüyüşlere yerini bıraktı. İştahı açık ve bence tek problemi canı çok tatlı çekiyor. Neyse ki yaz geldi de karpuz ve kavun yardıma yetişti.
    Şimdi gelelim asıl meseleye… Hamilelik sürecinde zaten kadınların kiloları sürekli kontrol ediliyor. Doktor uyarıları, alkolsüz yaşam, sağlıklı beslenme derken kadınların bu işten minimum zararla çıkması çok olası görünüyor. Ancak(!), kimse o 40 haftada (tamam abartılı oldu, 5. Haftada öğrendiyseniz 35 hafta) erkeklerin göbek çevresinde gelişen “baba kası”ndan bahsetmiyor. Ben bu durumu kendime özgü bilirdim. Sonra genç babalardan konuştuğum birkaçın da bu dönemde gayet “kaslandığını” öğrendim. Çoğunluğunda da anne doğumdan sonra aldığı kiloların büyük miktarını vermiş ama baba bir daha iflah olmamış.

    Tamamen kişisel nedenlerimi olabildiğince tarafsız değerlendirirsem:
    ·    % 50 Psikolojik (Nasılsa eşimde kilo alacak. Ufaklık gelince birlikte veririz)
    ·     % 50 Öncesinde yaptığım düzenli egzersizi sıklıkla aksatma

    Başka evlerde “ben kilo alıyorum sen de al” diyen anne adayları varsa bilemem ama biz de öyle bir durum da söz konusu değil. O zaman bu 2 zararlı madde ile savaşmak lazım:
    ·   Eğer kafanda “göbek, aile babası imajının tamamlayıcısıdır” inanışı yoksa kendini salma. Ofis çekmecendeki abur cubur zulanı arkadaşlarına dağıt, oraya meyve koy…
    ·   Spor salonuna gitmiyorsun diye koltukta oturup durma. Evde de yapılacak o kadar hareket var.   

    14 Haziran 2011 Salı

    “Oturmaya Gelmedik”

    Geçen yaz evlenmeden önce farklı ülkelerde birbirimize özlemle geçen 3.5 senenin ardından “sosyal etkinlik çılgınlığı” ile her günümüzü doldurmuştuk. Konserlerden festivallere, yurtdışı gezilerinden çikolata yapım kurslarına, salsa kursundan Mika konserine koşturduk durduk.
    Tamam, bu sene kısıtlamalar fazla; Efes Pilsen One Love’da çimlerin üzerinde elimizde karton bardakla biralarla zıplayamayız yaş ortalaması bizimkinin neredeyse 10 yaş altında güruhun ortasında. Absolut kokteyl yapım kursunda 10 farklı kokteyl yapıp, hepsinden 1 yudum tatmak yerine tamamını mideye indirip oradan da koşturarak balık-ekmek caz için tekneye binemeyiz. Ama evde de oturup “Ahh geçen yaz” demeyeceğimizi de iyi biliyoruz.
    Önemli olan 1-2 kural var plan yaparken. Sigara dumanı olmayacak, ayakta izlenecek bir etkinlik olmayacak ve mümkünse çok iç karartıcı olmayacak.
    Cuma ya da Cumartesi akşamların birinde bir plan yapmak gerekiyor. Arkadaşlarla iç mekânlarda (sigara yasağı sağolsun) yemek, Arnavutköy’de balık keyfi yapıp yürüyüş yapmak, alışveriş merkezlerinden birinde yemek üzerine sinema gibi planlar ideal… 
    Bu dönemde Biletix ve Mybilet sık kullanılanlarımın demirbaşları oldular internette. Kışın müzikaller, Cem Yılmaz, Ata Demirer, Cirque du Soleil, Comedy Club oyunlarını sürekli takip ettik. Sinema “izlenebilir” her filme bilet aldık neredeyse. Şimdi yaz da geldi. Her tarafta festival ilanları var ki Selcan her defasında “şöyle kenarda çimlerde otursak” diye gözümün içine bakıyor ama 32. haftada da gerçekleştirmesi zor bir hayal olarak kalıyor tabi… Numaralı koltuklu konserlere bilet alıyorum bende.
    Cumartesi günleri çalıştığım için Pazar günleri kendimizi kesinlikle evden dışarı atmamız gerekiyor. Kahvaltıyı evde etmek güzel olabilir ama sofradan kalkmak, sofrayı toparlamak, gazetelerden kafamızı kaldırıp “acaba dışarı mı çıksak” diyene kadar tek tatil gününü de yemiş oluyoruz. Biz de kendimizi Abracadabra’ya (en favori mekânımızdı, kapandı galiba, çok hüzünlüyüz), Aşşk Cafe’ye, House Cafe (kışın İstinepark, yazın Ortaköy) ya da Namlı’ya (Karaköy) atıyoruz.

    İzmir’e 3 defa gittik Duru’yu beklerken. Artık uçak yasak olduğu için zor görünüyor. Ama ilk planımız Duru’nun ilk seyahatinin İzmir’e olması tabi. İzmir bizim evimiz. Tepe Kahve’de kalabalık bir kahvaltı yapacağız, ilk defa Aya Yorgi’de Duru’nun ayağını denizde ıslatacağız, büyük annelerinin kek-böreğiyle akşam 5 çayı keyfi yapacağız, dedelerinin yaktığı mangal başında çimlere yatıracağız onu. Sonra Alaçatı sokakları “prenses” görecek… 

    2 Haziran 2011 Perşembe

    “İki Çocuğun Sorumlulukları”

    Yemeklerimiz, gittiğimiz yerler, izlediğimiz filmler, dinlediğimiz müzikler, okuduğumuz kitaplar-yazılar hepsi değişti tabi. Farklı hayaller kurar olduk hepsinden önce. Anne-babalarımıza daha fazla telefon ettik; bazen daha kolay gözlerimiz dolar oldu, bazen de hiç olmadığı kadar fazla gülme krizlerine girdik karnımız ağrıyana kadar.
    Ama hepsinden önce “mutlu-neşeli-huzurlu” geçirmeye çalışıyoruz zamanı. Elimizden geldiğince neşeli filmler izliyoruz (ki Selcan bunların bile içinde ağlayacak 1-2 sahne buluyor hep), bol fotoğrafını çekiyoruz “Birbuçuk”un ve en önemlisi takıntı yapmıyoruz doğrular-yanlışlar listelerini. Bu listeler “hamilelik”; “gebelik”; “bebek alışverişi”; “hamilelikte beslenme” yazan her yerde çıkıyor karşımıza. Tecrübeli olanların da var uzun doğru-yanlış listeleri. Tabi ki dinliyoruz hepsini, blogları okuyoruz, doğru beslenme programlarına uymaya çalışıyoruz, ilk oyuncağını almak için bile günlerce arıyoruz içimize sineni… Ama takıntı yapmıyoruz hiç birini elimizden geldiğince. Çünkü bizim için en önemli olan “bir” ve “buçuk”un huzurlu olması. Neler mi yaptık… Bir dış gözlemci gibi aktarmaya çalışayım:
    1.Her şeyden önce huzur... Aşağıdaki maddeleri uygularken bile…
    2.Bol-bol okumak haberdar olmak
    Kağan Bey’in gebelik.org sitesini okuduk her şeyden önce. Hafta-hafta ne tür değişiklikler olabilir, anneyi ne tür rahatsızlıklar bekleyebilir onları öğrendik ki evde her gün yenisi gelen sürprizlere hazırlıklı olmak için.
    3.Uyku
    Yan yatmak önemli. Bir süre sonra azman içerden yüzüstü yatırmıyor tekmeleriyle zaten. Sırtüstünü de doktorlar tavsiye etmiyor. Biz shuma comfy yastık aldık.
    Selcan sürekli kullanmadı ama dönem-dönem de rahatlattı. Yan yatarken dizlerin arasına küçük bir minder de iyi geliyor. Sola dönük yatmak en sağlıklısı. Ama sağa dönük yatmak bile sırtüstünden daha iyi.
    Bir de ayaklarını üşütmemesi için başucunda terlik ve soğuk algınlığı için sabahlık gibi bir şey tuttuk başucunda. Hamilelikte hormonlar yüzünden çok terleyen anne sık tuvalete kalktığından üşütme riski artar gibi geldi.
    4.Beslenme
    Bu tamamen bir kitap konusu gibi ama ilk maddeyi de unutmamak lazım. Doğru besleneceğim diye kafayı kıran, yemeği tuzlu diye ağlayabilecek çok hamile kadın da gördük. Abartmamak lazım.
    “Öğünlerin sık olsun ama hafif ye“ kuralı hayat kurtarır. Sabah kahvaltısına en azından haftada 2-3 gün yumurta eklemeye çalıştık. Pazar kahvaltımız birlikte olduğu için 1 günü oradan yedik. Diğer günlerde de sabırla kahvaltı saatinde ofisten arayıp “yumurta yedin mi?” hatırlatmalarıyla idare ettik. Selcan süt sevmez. Yoğurt, peynir, ayran-cacık miktarlarını arttırdık ama ben sütün yeri ayrı diye ona rondoda muzlu-ballı süt yapıp haftanın 2-3 akşamı içirmeye de gayret ettim.
    Ara öğünler için kuru kayısı (özellikle hazımsızlık çektiği dönemde çok iyi geldi), ceviz, elma, portakal  alternatifleri arasından seçim yaptı. Tabi ki dondurmalı profiteroller, mozaik pastalar, tiramisular falan da eksik olmadı hiç. Balık için Arnavutköy’de Takanik’e gittik haftada bir. Etrafta rakı-balık keyfiyle bizi kıskandıranlar yok, sigara dumanı yok… Seviyoruz orayı. Yüzey balıklarından bir porsiyon ve bol salata, arkasından da hava kötü değilse sahilde 15-20 dakika yürüyüş… Mantı-kebap-pizza gibi kalori depolarını canı çok çekerse akşam yemeğinden çok öğle yemeğinde yemesine gayret ettik. Doktorumuz kullanabileceğimiz bitki çaylarını ıhlamur-rezene ve papatya ile sınırladı. Soğuk havalarda üşütmemesi için ballı-limonlu ıhlamur, hazımsızlık-uykusuzluk sorunu çektiğinde rezene kullandık. Rezene’nin tadını hiç sevmedi Selcan. Ama rahatlatıcı etkisi hafife alınmaz.

    5.Kişisel Bakım

    İlk 3 ay pek kişisel bakım olmuyor zaten. Saç boyanması yasak, çatlaklar oluşması için erken… 3-6 ay arası döneme girince doktorumuzun tavsiyesiyle “Organics” marka saç boyası ile boyattı saçlarını. Minicik göbek yavaş-yavaş çıkarken Bella B Tummy Honey Butter marka krem önerdi Kağan Bey. Krem bazen Selcan’da kaşıntı yaptı, o da duşlardan sonra bademyağı ile dönüşümlü kullandı kremi.

    6.Egzersiz
    Kağan Bey haftada 5 gün yarım saat yürüyüş verdi. Ama en kötüsü kışın ortasındayız. Kayıtlı olduğumuz spor salonunda yürüyüş yapsak sayılmaz mı? Doktorumuz dünden hazırmış. 5.5 km/saat hızla 30 dakika yürüyüş. Haftanın 5 günü diyemem ama 3-4 gün yapmaya gayret ettik. Havayı güzel bulunca da sahile… Ama en komik zamanları Mehmet Öz’ün hamilelik süreci ile ilgili yazdığı kitaptaki 1-2 hareketi evde uygulamaya çalışırken geçirdik. Tempolu müzikleri bilgisayardan listeleyip “sol-sol” şeklinde askeri disiplin ve uyumla 20-25 dakika olduğun yerde yürüyüş. Canımız sıkılmasın diye izlediğimiz DVD’lerden birini altyazılı-sesi kısık açıyorduk. Bir de son egzersiz, belki de en kolayı: "Kegel"...
    7.Alışveriş



    Bu liste hem biraz özet, hem de biraz şişirilmiş gelebilir. Daha çok kıyafet var akla gelen mesela. Ama kıyafet almak bence en yavaş yapılacak iş. Çünkü hiç durmadan hediye geliyor.

    Bebekleri hafif “azman” doğan birkaç kişiden mothercare haricinde aldığı newborn bodylerin küçük geldiğini duydum. Dikkat etmek lazım.
    Alışverişlerde nazımız geçecek akrabalara, arkadaşlara kıyafet yerine alternatifler sunduk fiyatlarına göre. Kimi buhar makinemizi aldı, kimi göğüs pompasını, kimi de park yatağı. Mothercare’de hediye listesi de oluşturulabiliyormuş ama biz onu bir türlü beceremiyoruz. (evlenirken de niyetlenmiştik-ayıp olur diye korkup yapamadık)
    Mama sandalyesi falan ilk aylarda kullanılmayacağı için çıkardık listeden. Kaşıkta şimdi bakınca gereksiz göründü gözüme ama ilk listede varmış çıkarmadım.
    Ecza dolabına gerekebilecekler için çocuk doktorunu biraz önceden seçip, tanışıp, ona danışarak alma gibi bir planımız var. Daha gerçekleştiremedik sırayla her şey. Bebek tırnak makası, saç fırçası, tarafı gibi şeyler mothercare’de bir set içinde çantasıyla satılıyor. Gayet başarılı.
    Biz buhar makinesini tefal’den hava nemlendirici aldık. (soğuk buhar makinesi almak lazımmış) Göğüs pompası olarak ablamın ısrarlarıyla ameda lactaline elektirikli ve pilli süt pompasını seçtik.En yakın tecrübe onda, dinlemek lazım…
    Mobilyalarımız ve duvar kâğıtlarımız da İnci Tunçel’den.
    Bu yazı uzun oldu. Kendim baydım, herhalde okuyan bir sabır taşı varsa şansımı zorluyorumdur. Evet, biz hamileliği çocuksu bir macera heyecanıyla yaşıyoruz. Ama bir çocuğun bile alması gereken sorumluluklar var. Tadını çıkara çıkara yaşamaya çalışıyoruz her günü.

    İlk 3 ay bünyem kendine şaştı!

    Hamile olduğunuzu duyan herkes size aynı uyarıda bulunmaya başlıyor bir süre sonra... İlk 3 ay en kritik zaman aman dikkat et! Ağır kaldırma, yukarılara uzanma, bol bol dinlen, hiçbirşeye sıkma canını vb gibi... Ben hastamıyım ya bırakın beni kendime diye çemkiresiniz gelior bir süre sonra benim çokça geldi mesela! :)) Neden derseniz? Fiziksel hiçbir değişiklik yok bünyenizde doktora gidip ultrasonda görmeseniz hamile olduğunuzu bile hatırlamayacaksınız... Aynı tempoda devam etmek isterken yaşantınıza bir anda herşeyden elinizi kolunuzu çekmeniz gerekiyor... Fena bir teslimiyet duygusu!

    Benim ilk 3 ayım çok rahat geçti. Çevremdeki hamile hikâyelerini duydukça sızlanmak şımarıklık gibi oluyor. Doktorum Kağan’ın dediğine göre 3 çeşit hamile olurmuş. 1.Kusanlar 2.Uyuyanlar 3. Uyuyan, uyanıp kusan sonra tekrar uykuya dalanlar:) Ben 2. Gruba giriyorum. Bir dönem üst üste 6 bölüm Lost izleme kabiliyetine sahip olan ben artık gözümü açamaz oldum. En sevdiğim dizinin ilk 10 dakikasında uykuya dalıyorum hem de yıllardır uyumamış gibi... Koala gibiyim koltuğun tepesinde aynı köşede her akşam uyuyorum... Barış bana şaşkın ve şefkat dolu bakıyor... Madem bünye bunu istiyor onu zorlamamak bol bol uyumak itaat etmek gerekiyor:)

    Hamileliğin hayatımda yarattığı 2.büyük değişiklik düzenli beslenmeye geçiş oldu. Sabah kahvaltılarını geçiştiren çoğu zaman öğün atlayan bendeniz her sabah nefis kahvaltı sofralarında kahvaltı etmeye başladım. 3 ana öğünün arasına ara öğünler ekledim. Ceviz olmazsa olmazdı! Bir de bol bol meyva! Tabi suyu da unutmamak lazım. Her gün en az 2 litre su. Masamda uzun zamandır bos duran sürahi bayram etmiş durumda. Her gün dolup-dolup tükenmekte! Aslında sağlıklı yaşam için ne yapılması gerekiyorsa sağlıklı bir hamilelik süreci içinde bunları yapmak lazım ne eksik ne fazla.

    Bu dönemde çocuk gibi bakıma ihtiyaç duyduğum kesin. Gözümü açamadığım için uykudan çevreden destek şart! Barış iyi ki yanımdasın!!!