29 Şubat 2012 Çarşamba

Deli Kızın Türküsü

Perişan olduk diyorum ama hastalık tabi ki asıl minik kızımıza eziyet ediyor. Hayatında hiç tanımadığı ağrılarla, acılarla boğuşuyor ufacık bedeniyle. Ben o hastayken 2-3 gün uykusuz kaldık diye şikâyet ediyorum ama kuzum kendini biraz toparladığı anda dünyaya neşe saçmaya devam ediyor.     

Ateşli bir gecenin sabahında, doktorunun yolunu tuttuk. Muayenehanenin bekleme salonu dolu. En küçüğü iki yaşlarında 7-8 çocuk ve onların anne babaları… Bizimkine benzeyen yüzler. Gözlerin altlarında halkalar, çocukların ağlamaktan kızarmış gözleri… Normalde gittiğimizde bütün çocuklar bekleme salonunu dolduran oyuncaklarla kendilerinden geçmiş olurlardı ama bu sefer hiçbiri anne-babalarının yanından bile kalkamıyor. Duru sıkılınca kucağıma aldım, ama zaten hasta olan kızıma başka hastalıkların bulaşabilme ihtimalinden korktuğum için odanın en köşesinde cezalıymış gibi beklemeye başladık. Duru kucağımdan bütün salondaki altüst yüzlere bakıyordu teker teker.

Selcan bana sigorta hakkında bir şeyler sorarken birden daha önce hiç duymadığım bir ses çınladı odada. Duru hiç duymadığım bir ses tonuyla sesler çıkarıyordu. ŞARKI SÖYLÜYORDU… O anı tarif etmem mümkün değil. O yumuşacık sesi… Sadece ben değil annesi ve odadaki herkes şok halinde Duru’yu izlemeye başladık. Anlamaz bakışlar birkaç saniye sonra tebessüme, sonrada kahkahaya dönüştü. Bir dakika önce bir odaya doldurulmuş perişan haldeki güruh Duru’nun şarkısıyla mest olmuş, o an için yaşadıkları korkunç geceyi unutmuş gülüyorlardı. Büyük ihtimalle birçoğunun aklına kötü günlerin yakında geçeceği, kendi kuzucuklarının da nasıl olsa yakında böyle şakımaya başlayacağı gelmişti.

Ben işte bu yüzden Duru’nun dünyaya gönderilen bir mucize olduğuna, dünyaya minicik bir noktasından mutluluk dalgaları yaymak için geldiğine inanıyorum. Büyük ihtimalle bundan birkaç sene sonra onun ilk geçirdiği hastalık günlerini veya endişe dolu geçirdiğimiz geceleri hatırlamayacağız, ama şundan eminim ki kuzumuzun o bekleme salonunu dolduran eşsiz şarkısını hiçbir zaman unutmayacağız…

Gezeriz tozarız kime ne!

Gezmeyi seviyoruz biz. Hem de çok! 3,5 sene boyunca az yol tepmedik birbirimizi görebilmek ve yeni yerler keşfedebilmek için: İzmir, İstanbul, Bosna, Mostar, Dubrovnik, Zagreb, Londra, Edinburgh, Lozan, Zürih, Konstanz, New York... İstanbulda yanyana geldiğimizden itibarende haftasonu nerelere kaçabiliriz diye araştırıp durduk. 2 gün şehirden uzaklaşmak bile iyi gelir pazartesiye yenilenmiş bir şekilde enerji dolu başlardık. Hamile olduğumu duyan çevremdeki herkes kıs kıs gülerek ee artık bundan sonra bir süre yerinizde oturursunuz dedi. Ne sinir olmuştum bu lafa! Niye oturacaktım ki? Hamileysem hasta değildim ya ben. Hem miniği daha karnımdayken gezdirmek, göstermek istediğim bir sürü yer, benimle denemesini istediğim bir sürü tad (bu da yemek yemek için en güzel bahanem pek tabii!) dinlemesini istediğim bir sürü müzik vardı. Anne - kız tek vücut geçirdiğimiz dönemin tadını çıkarmalıydık! Zaten kuzum daha biz farkında değilken bize en güzel sürprizi yapmış NY yolculuğumuza 2 haftalıkken eşlik etmişti. Artık o bir New Yorker'dı kim alıkoyabilirdi artık onu gezmekten!


Kimselere kulak asmadı(k)m sağlığımı tehdit etmeyecek şekilde gezebildiğimiz kadar gezdik. Bol su tüketip uzun süre ayakta kalmayacak ve tuvalete rahat erişebilecek şekilde organize olduktan sonra kimse duramadı önümüzde.


36 haftalık hamileydim ve Bon Jovi İstanbul'daydı.12 yaşımdan 32 yaşıma kadar hayranı olduğum tüm şarkılarını ezbere bildiğim hatta kardeşim Yitoya bile küçücükken dinlettiğim Bon Jovi durmuştu durmuştu ben hamileyken tekrar gelmeye karar vermişti konsere. Her konser afişi önünden geçerken Barış'a duygu sömürüsü yapıyor içli içli bakıyordum. Annem delirdin mi sen kızım doktor her an gelebilir Duru diyor ne işin var konserde monserde diyerek Barışa sen bu deli kıza uyma çocum mesajı veriyordu.




Veeeeeeeeeeeeee deli kız sevgilisinden hediye Türk Telekom bileti aldı.Kapanışı Jon Bon Jovi konseri ile yaptık Duru'nun şanına yakışır şekilde! Aileler bizi sinemada zannediyorlardı o sırada pek tabii. Sevgilime çevredeki yorumlara kulaklarını tıkayarak beni konsere götürdügü için teşekkürü borç bilirim. Babamız bizi Bon joviye götürrrrrrrrrrr....


Duru 36 haftalıkken konserde Jon Bon Jovi'ye annesinin karnında eşlik etti tekmeleriyle.


I'll be there for you!!!!!!nidalarıylaaa doğuma bir adım daha yaklaştı...


Doğumundan sonrada Duru kızla gezmeye devam ediyoruz. Benden tavsiye kimselere kulak asmayın ve tadını cıkarın hem hamileliğin hem de sonrasında minikle geçirilecek vaktin. Sonra geriye dönüp ah vah dememek için...



Not:Tuvalet konusu tam bir felaketti Arena'da. Hamile bayanı erkekler tuvaletine sokarak imdadına yetişen Alex'e ayrıca minnettarlığımızı sunarız:)))

28 Şubat 2012 Salı

Ateşle İlk İmtihan

“Anne... Nefes alamıyorum; başım, bütün eklem yerlerim uyuşmuş durumda. Hareket edemiyorum. Bu oda benim odamdan daha mı dar, tavanı mı alçak? Anne bana yardım et, nefes alamıyorum. Işık… Çok fazla ışık açmayın n’olur bu sefer. Kafama bastırma baba… O şeyi sokma kulağıma. Kulağım acıyor, kulağımı acıtıyorsunuz…”
“39,9 derece olmuş… Daha fitili koyalı dört saat oldu. Tekrar koysak zararı olur mu?”
“Önce soğuk suya soksak, ateşi düşürmek lazım hızlıca… Suyu 35 dereceye ayarlıyorum …”
“Anne üşüyorum, neden bana bunu yapıyorsunuz? Baba dökme o suyu lütfen…”
“Tamam, kuzum n’olur sakin ol. Geçecek birazdan. Ateşin düşecek, rahatlayacaksın. Lütfen bağırma bebeğim. Geçecek, geçecek,…”
“38,5’e düştü.”

Selcan son 3 gündür toplasanız 4-5 saat ancak uyumuştur. Geceleri sürekli ateşini kontrol ediyor, yükseldiği anlarda soğuk kompres uyguluyor, gözünü bir an ayırmıyor kızımızdan. Ben daha dayanıksızım. Saat başı alarm kurup kalkmaya çalışıyorum.

Anneannesi bizdeydi neyse ki ilk gece. Eskilerin bir sözünü söyledi: “Çocuğumun hasta olduğuna değil huyu değiştiğine yanarım”. Duru annesinden bir an bile ayrılmak istemiyor. Uyumak dâhil her şey onun kucağında olacak. 2 dakikalığına bizim kucağımıza verse isyan kopuyor. Başka bir problemde biberonla hiçbir şey almaması… En sevdiği rezeneyi bile reddediyor. Doktorun bize verdiği, mama içine karıştırmamız gereken ilacı da veremedik bu yüzden. Çare olur diye hastaneye serum taktırmaya gittik ama oradaki doktor, durumun o kadar kötü olmadığını söyleyince biraz rahatladık. Anne sütü mucize yaratmıştı.

Şimdi biraz daha düzelme evresine geçtik sanırım. Biliyoruz çocuk dediğin hastalıklarla büyüyecek, bu yaşadıklarımız her anne babanın başına geliyor ama bizi en çok üzen şeylerden biri bebeğimizin daha derdini 1-2 kelimeyle de olsa anlatamadan bu eziyeti yaşaması. Gözündeki o bakışla, bizden çaresiz yardım beklemesi…

22 Şubat 2012 Çarşamba

Hayatı Kolaylaştıran Detaylar-1 Aspiratör



Evimizdeki adı “aspi”. İki ay öncesine kadar evdeki en büyük kurtarıcımız, kahramanımız ve kara gün dostumuzdu. Artık işlevini çok nadir gösteriyor, yakında “Durusal” görevinden tamamen emekli olacak belki ama yine de başımızın tacıdır. Laf söyletmeyiz kendisine. Gerçi bir yıl kadar önce arkasından çok atıp tutmuş, hatta kendisini üretici firmasına şikâyet etmeyi, belki değiştirtmeyi dahi düşünmüş olsak da şimdi çok pişmanız.

Efendim, hikâyemizin başı Mayıs 2010’a kadar gidiyor, yani bu blog oluşmadan bir yıl öncesi… Evlenmeden önce hiç tadilat yaptıramadığımız evimizde mutfaktan başlayarak her yeri elden geçirmek niyetindeydik. Mutfak için sıkı bir beyaz eşya araştırmasından sonra aspiratör olarak fiyatı en yüksek olanlardan birini sipariş ettik. Modeli tüm seçenekler içerisinde en az ses çıkaranın bu olduğunun söylenmesi nedeniyle seçmiştik. Mutfağımızın tadilatı bitti, her şey çok güzel görünüyor… Ufak ufak yemeksepeti ziyaretlerimiz azaltıp, biraz kitaplardan, biraz annelerle canlı telefon bağlantılarıyla, bazen de yemek tarifi siteleri yardımıyla yeni mutfağımızın hakkını verme çabasına giriştik. En sonunda o tarihi gün geldi ve aspiratörümüzün düğmesine bastık başımıza geleceklerden habersiz. Bir anda mutfağın içinde ufak çaplı bir enerji santrali devreye girdi sanki. Komşularımızın uğultuyu dinlemektense yemek kokularına katlanmayı tercih edeceklerini tahmin ederek aspiratörü kapatıp kapı pencere ne varsa açmayı uygun gördük.

İşte bu noktada bir ilahi güç devreye girdi ve “garanti süresi dolmadan şu aspiratörü gösterelim, olmazsa değiştirtelim” muhabbetlerimiz ertelene-ertelene Ekim 2011’e geldik. Artık evimiz daha kalabalıktı. Kuzumuz yaklaşık iki aylık olmuş, bakıcısı sürekli ağlayan bu bebekle ilgilenmektense günün yarısını Duru’nun el kadar kıyafetlerini ütülemekle, diğer yarısını da bize akşam yemeği hazırlamakla geçiriyordu. Akşamları işten geldiğimde yüzü gün içinde saatlerce ağlayan kızımızı susturmaya çabalamaktan bembeyaz olmuş bir halde Selcan beni karşılıyordu. Yavaştan aspiratörden önce bakıcıyı değiştirmek ile ilgili planlar yapmaya başlamıştım bile.

Bir gün Selcan daha önce defalarca denediğimiz saç kurutma makinesi, elektrik süpürgesi, kolik CD’lerinin akıbetini bildiği için pek ümit beslemeden Duru’nun yine ortalığı yıkarak ağladığı pusetini aspiratörün önüne getirmiş ve düğmeye basmış. Sonuç bir mucize… O günden beri “aspi”nin yeri ayrıdır bizde.

O günden başlayarak iki ay süresince Duru’nun aspiratör sayesinde ağlama krizleri kesildi, gündüz uykuları 2-3 katı kadar uzadı, hatta bu sayede gece uykuları da düzene girdi, bakıcımızın kendine güveni geldi ve beklediğimizin fazlasını vermeye başladı bize.




Selcan bu keşfi öyle rastgele yapmadı ama. Kaç doktora sordu, kaç kitap okudu, kaç anne-bebek bloğu takip etti… Sabırla her tavsiyeyi denedi. Öyle yapmamış olsa bugün çok mutlu olduğumuz bakıcımız gitmiş olacaktı. Bizi belki bu gün bile devam edebilecek olan zor günler bekliyor olacaktı… 



9 Şubat 2012 Perşembe

6 kocaman ayın ardından!



03 Ağustos 17:25 ellerimi sıkı sıkı tutan babandan güç alıp Dr.Kaan Bey'in sözünü dinliyorum; az kaldı ha gayret Selcan diyor son bi gayret sadece. Sana kavuşmak için derin bir nefes alıp var gücümle ıkınıyorum. Sonrası derin bir rahatlama hissi...senin ağlama sesin... ben,sen,baban...başka kimseleri görmüyorum, duymuyorum...bu muhteşem şeyi ben mi doğurdum! Bu bizim kızımız mı Barış? Uyuşturulmuş gibiyim mutluluk sarhoşluğu bu sanırım... iyi ki geldin dünyamıza tam 9 ay sabırsızlıkla, heyecanla, çocukca bir telaşla bekledik seni pembe beyaz kızım. Dünyam(ız) bundan sonra farklı senin varlığınla daha da güzel olacak...

03 Şubat...Tam 6 ay geçti sanki dün gibi...zaman hem ölesiye yavaş hem de çook hızlı geçti... her sabah güne erken başlamanın aslında ne güzel olduğunu ne kadar çok şeyi kaçırdığımı fark ettim seninle... bazen bir gülücüğün dünyaya bedel olduğunu... kocaman badem gözlerinle bana baktığında içimin nasıl ısındığını... sabahları yatagımızın ortasına aldığımız kuzunun sevgimizi 4,16,64,... ile çarptığını... uzun zamandır ertelediğim fotografcılık askımın senın sayende nasıl canlandığını... anne olunca anlarsın cümlesine uyuz olurken şimdi ne dediklerini gerçekten anladığımı gördüm! 

Büyük konuşmamak gerekiyormuş hayatta bazen insana çocuk sevgisi işini bıraktırabiliyormuş. Seninle biraz daha zaman geçirebilmek için Şubat ayı itibariyle işimden ayrıldım ve iyi ki de yaptım! Her yeni oğrendiğin şeyde yanında olabilecek olmak tarifsiz benim için...babanın desteği sayesinde seninle uyanacağım her güne;)

Seni çok seviyoruz!

8 Şubat 2012 Çarşamba

Büyükanne ve Dedeler

Nasıl bundan 1,5 yıl önce anne-baba olmak nasıl bir his hiçbir fikrimiz yoksa büyükanne ve dede psikolojisini de çözemiyoruz şu anda.         

Hayatınız boyunca alıştığınız ‘baba’ ses tonunun en şefkatli haliyle bebek sesleri çıkardığına; gözlerinin en ışıl-ışıl haline, son yıllarda yavaştan yorulmaya başladığını fark ettiğiniz bedenlerine apayrı bir enerji geldiğine şahit oluyorsunuz. Büyükannelerin sizin bile dayanamadığınız uykusuz gecelerde torunlarından ayırmadıkları gözlerindeki tarif edilemez mutluluğu hiç anlamadan izliyorsunuz. Yıllardır bilgisayarın açma-kapama düğmesini öğretemediğiniz anneniz, İzmir-İstanbul arasında özlemle geçen zamanlara çare olması için skype kullanmayı, maille gelen fotoğraflara bakmayı öğreniyor.

Ama kuzumuzla geçirdiğimiz her gün, bize bakışlarındaki 31 yıl önce kucaklarında taşıdıkları bebeğe dair izleri daha rahat fark ediyoruz. Onlarda yıllardır bıkmadan usanmadan eleştirdiğimiz, kızdığımız ve bazen de görmezden geldiğimiz huyların yavaş yavaş kendimizde de çıkmaya başladığını fark ediyoruz bir yandan. Gülüyoruz kendimize…

Ama ikimizde büyükanne/baba-torun aşkını çok çok iyi bildiğimiz için kızımızın farklı şehirlerde yaşıyor da olsak onlarla azami zaman geçirmesini istiyoruz. Biz en güzel uçurtmanın google’dan bakarak değil, dedeyle yan yana oturarak hazırlanacağına; en güzel resimlerin büyükanneyle birlikte patates baskısıyla yapılacağına; dominonun-satrancın ilk büyükbabalardan öğrenilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Bir eli büyükbabanın, bir eli büyükannenin parmaklarını tutarak Alaçatı sokaklarında salınan minik prensesten daha mutlu bir fotoğraf gelmiyor aklımıza. Şubat oldu, bahar kapıda… Hele bir şu güneş kemikleri ısıtmaya başlasın, büyükanneleri ve dedeleriyle papatya toplamaya götürelim artık Durukız’ı. Hem onlardan daha güzel papatyadan taç yapan olur mu hiç…

Duru'nun ilk kitapları rafta yerini aldı!


Duru'nun aramıza katılacağını ilk öğrendiğimizde ona dair kurduğumuz hayallerden biri de kendi kitaplığımızda onun için kocaman bir raf ayırmaktı. Küçücük bir kızken annem bana her akşam hiç üşenmeden seçtiğimiz masal kitaplarından birini ben uyuyana kadar okurdu. Akşam olmasını ve masal saatlerinin gelmesini iple çekerdim. Biz Adile Naşit'li dönemin kuzucuklarıydık ne de olsa! Masallarla büyüdük ve zenginleşti dünyamız.Şimdi sıra Duru'yu bu masallarla tanıstırma sırası. O yüzden ne kadar yorgun ne kadar stresli bir gün geçirsekte geçirelim akşam eve geldiğimizde kuzuya okuyacağımız masallarla bu diyardan kopup onunla uzaklaşmak tek dileğim(iz).


Babamız bu dileğimizi gerçekleştirmek için amazon'dan bir sürü kitap sipariş etti. Hepsi ingilizce kitapların ancak bir burada satılan türkçelerini de alarak hem türkçe hem ingilizcesini okumayı planlıyoruz. 6 aylık Duru kuzusu şu anda kocaman gözlerle sayfalar çevrildikçe sayfaları inceliyor ve genellikle sonu sayfayı yeme çabasıyla son buluyor. Hadi kuzu bir an önce büyü de sana yatağında her gece bir masal okuyalım.


İşte bizim kitap listemiz:


  • Lost and Found
  • The very Hungry Caterpillar
  • Each Peach Pear Plum
  • Monkey Puzzle
  • Giraffes Cant Dance
  • Peace at Last
  • Mister Magnolia
  • The Tiger Who Came To Tea
  • The Gruffalo

2 Şubat 2012 Perşembe

Sana Mektup

Canım kızım, bebeğim, kuzum
Henüz sen doğmadan bu sayfalara senin geleceğine dair yaşadığımız sevinci, heyecanı, hazırlıklarımızı; sen doğduktan sonra da seninle birlikte geçirdiğimiz günlerin tecrübelerini yazdık.

Zamanla dünyada her şey değişiyor. Dedelerinin gençlik zamanlarında henüz bilgisayarlar kullanılmıyorken kağıt üzerine el yazısı ile mektup göndererek haberleşirlermiş. İnsanlar anılarını saklamak için “günlük” tutarlarmış defterlere. Bizim dönemimizde internet üzerinde bloglar var. Ne zamana kadar devam edecek kimse bilemez. Dediğim gibi zamanla birlikte dünyada her şey çok hızlı değişiyor. Ama bu satırlar belki 10-15 yıl sonra sana ulaşması ümidiyle senin için yazılıyor.

Sen bugün tam 6 ayını doldurdun güzel kızım. Sadece altı ayda bütün dünyayı değiştirdin bebeğim. Evden dışarı çıktığında yolda gördüğün insanlarla hiç çekinmeden paylaştığın kocaman gülümsemen ve bizlere verdiğin enerji dalga-dalga bir mutluluk bulutu olarak yayılıyor dünyaya. Kaç insanı etkilemişsindir acaba şimdiye kadar? Bir mahalle kadar mı, belki kasaba, belki şehir… Bir gülüşünle dünya değişiyor prensesim, bu yüzden sen bizim için bir mucizesin.      
Bu altı ayda neler mi değişti bizim hayatımızda…

·         Evimiz çok daha güzel kokuyor artık. Bu bir övgü, abartı ya da kişisel bir görüş değil. Mis gibi kokun kapladı bütün evi. İnsana huzur veriyor, dünyanın en güzel kokan çiçeğine değişilmez…
·         Senin sayende her gün baktığımız ama görmediğimiz şeyleri görmeyi öğreniyoruz. Gözünü ayırmadan baktığın çiçeklere, ağaç dallarına, çocuk parkındaki oyuncaklara, evdeki avizelere… sanki hepsini ilk defa görüyormuş gibi bakıyoruz biz de. Dünyayı çocukluktan başlayarak yeniden öğreniyoruz.
·         Hep yapmak istediğimiz ama ertelediğimiz bir çok şeyi yeniden planlarımıza dahil ediyoruz. Mesela ben kendime bir origami kitabı almayı planlıyorum son günlerde birlikte oynayabilmek için. Annenle seninle birlikte Legolardan kuracağımız bir şehrin hayalinin kuruyoruz.
·         Senin gibi bir mucizenin gerçekleşmesindeki paylarımızdan dolayı annenle çok daha fazla seviyoruz birbirimizi. Her gün büyüyen bir sevgi hem de…
·         Artık yaşamımızda en önemli hedefimiz sana mutlu, sağlıklı bir hayat sunabilmek. Bu hedef bizi hayata çok daha kuvvetli bağlıyor.

Bu liste hiç bitmez prensesim ama hepsinden önemlisi, geceleri sen uyurken kulağına fısıldadığım cümleyi hiçbir zaman unutma… ‘seni çok seviyoruz’