31 Ocak 2013 Perşembe

Still haven't found what I'm looking for…


U2’nun bu şarkısından nefret eden var mı? Biz evde 3 kişi lanet ediyoruz. U2 İstanbul konserinde karga seslerimizle böğürerek söylediğimiz şarkı artık U2’nun bile değil bizim gözümüzde. Artık o bizim eve ait.

Geçen sene Beatles For Babies serisinin şarkılarını youtube’ta aratırken U2 serisiyle karşılaşmıştık. Zaten büyük bir prodüksiyon işi sayılmaz. Tüm şarkılar aynı tonlarda, bir yerden sonra şarkıları birbirinden ayıramıyorsunuz. Duru’yu uyutma ritüelinin son ayağında rahatlatıcı bir etkisi olsun diye play tuşuna basmıştık. Bir yandan da üst kat komşumuzun ergenlik çağındaki kızıyla altlı üstlü odaları olmasının sonuçlarını bastırmaya çalışıyorduk hafif bir fon müziğiyle.

Aslında ilk günler repeat’e ayarlamamıştık ama kuzunun bu şarkıyla uyku direnişinin kırıldığını fark etmemiz uzun sürmedi. O gün bu gündür (yaklaşık 15 aydır) Duru’nun rüyalarının fon müziği oldu “still haven’t found what I’m looking for”. Monitörü sayesinde de bizim akşamlarımızın tabi ki. Yemeklerimizin, TV programlarının, filmlerin, kitapların, sohbetlerin…  

Ben sanmıyorum Duru’nun U2’dan nefret edeceğini. En azından uyku müziği buna neden olmayacaktır, çünkü tek klavyeyle hazırlanmış bu versiyonun orijinalle bağdaştırılması çok güç. Ama ne yalan söyleyeyim bu iyimser düşüncelerim bu şarkı için pek geçerli değil. Bizi bırakın misafirliğe gelip 2 saat oturan arkadaşlarımız bile soğudu, ne yapalım bundan sonra diğer U2 şarkıları ile yetineceğiz. U2’nun da çok umurunda olacağımızı pek sanmıyorum. 

23 Ocak 2013 Çarşamba

Selcan Hanım Acil Olarak Blog’da Beklenmektesiniz


Barış: “Aşkım, Duru’nun ilk saç kesimini bloga yazmayı unutmayalım.”
Selcan: “Tamam canım ben yazarım.”

Tııss

B: “Canım, Sergüzeşt’ten blogta da bahsedelim.”
S: “Tabi tabi ben yazarım haftasonu.”

Tıııııssss

B: ”Selcan, Paris gezisini sen yazar mısın canım.”
S: “İyi olur. Uzun zaman oldu bloga yazmayalı.”

Tıııııııııısssssss

Şikayetim var, blogumuzda yalnız bırakıldım. Selcan Hanım, acil olarak yeni yazıyla beklenmektesiniz!



22 Ocak 2013 Salı

1.5 Yaşında Disneyland’den Ne Anlar


‘Uzak mesafe, hiç uğraşmayalım gitmekle’ diye düşünüyorduk son ana kadar. Bir yandan da dibine kadar gidip fırsatı kaçırmak gibi geliyordu. İyi ki gittik, iyi ki Duru’yla o anları yaşadık.

Pusetine zorla oturttuğumuz için bize sinirli olan kuzu vardığımızda hala uyuyordu. Bunu fırsat bilip en azından hediyelik faslını aradan çıkaralım diye girişteki büyük mağazaya girdik. Duru uyku döngüsünden dolayı bir an gözünü araladı. Normalde 1-2 saniye sonra yeniden dönmesi gerekiyordu tatlı uykusuna. Büyük ihtimalle gözleri açıkken gördüğü rüya uykusundakinden çok daha büyüleyici geldi ona. Bir daha gözlerini kapatır mı? Oyuncaklar arasında kendini kaybetti.

Alışverişi sonraya bırakıp parkın içine yürüdük. Başlıktaki soruyu sorduğumuza utanmamız gerekir. çevresine bakındıkça bir annesinin kucağına gidip onun boynuna sarılıyor, bir benim yanağıma ıslak ıslak öpüyor. Bırakın anlamayı bu gün için bize teşekkür etmesini bile bilecek kadar büyümüş işte.

Maskot sincapla fotoğraf çekildik, sonra tam Goofy’nin yanına giderken tüm kahramanlar ortalıktan kayboldu. Birden görevliler tüm caddeleri boşaltmaya başladı. Bizi büyük bir sürpriz bekliyormuş. Akşamüzeri yapılacak olan geçit sanırım beklenen yağmur nedeniyle erkene alınmıştı. Christmas ve yeni yıl şarkıları, havada uçuşan gerçeğinden farksız kar taneleri ve danslar unutulmazdı. Geçit anında çektiğim birkaç videoyu kuzunun izlemek istemediği gün neredeyse hiç yok. Her gün o anları yeniden hatırlamak istiyor. Bu sayede i-phone kullanmayı bile çözdü diyebilirim.

Geçit bittikten sonra Paris’te küçüğüne bindiği dev atlıkarıncayı fark etmesi uzun sürmedi. Atlıkarıncadan indikten sonrada Mickey Mouse ile tanışma vakti gelmişti. Sabırsız sabırsız sıra beklerken perdeye yansıtılan eski Donald Ducklı, Goofyli, Plutolu filmleri şaşkın şakın izledi. Uzaktan çığlıklar attığı Mickey’den yanyana gelince biraz ürktü ama babasını araya alarak onunla da fotoğraf çektirdi. Bunca koşturmadan sonra da birkaç dakika içinde uyuyakaldı. O uyurken biz de sabah onun kucakladığı ne kadar oyuncak varsa poşetlere doldurup Paris’teki son gecemizi geçirmek için odamıza geri döndük. Disneyland tüm Paris gezimizde yaptığımız en doğru tercih oldu. Darısı Orlando’nun başına.

16 Ocak 2013 Çarşamba

Parisienne Duru


25 Kasım Pazar günü, Louvre Müzesine 5 dakika mesafede, bence Paris’i en az Eyfel Kulesi kadar temsil eden tipik Paris binalarından birindeki odamıza vardığımızda saat 17.00 civarıydı. Çok komik, ince uzun bir oda. Eni taş çatlasın 3 adımdır, o kadar ince.

İlk akşam yemeğimiz için dışarı çıktığımızda Paris’te karşılaşacağımız güçlüklerden birini keşfediyoruz. Burada mekânlarda mama sandalyesi yok. Biz de yanımızda adaptör gibi bir şey getirmedik. Neyse bir şekilde içinde adaptör olan bir yer bulduk. Zor da olsa siparişlerimizi verdik .(Fransızların İngilizce konusundaki mendeburlukları aynen devam ediyor) Duru ile böyle mekânlara girmek ilk planda zor olsa da sonra işimizi oldukça kolaylaştırıyor. En huysuz garson bile bizimkinin cilvelerine dayanamayıp başta esirgediği ilgiyi sonrasında kat kat gösteriyor. Bir de baktık çıkmamıza yakın bizim garsonda İngilizce ana dili gibi …

İlk defa bir seyahate detaylı excel tabloları -yürüyüş rotaları, sabah öğle akşam yemeği için ayrı ayrı mekân önerileri, müzikaller, müzeler…- hazırlamadan gittik. Selcan yine dayanamadı, Paris’te yaşamış birkaç arkadaşından tavsiye listesi istedi ama Happy Hour’lar; şık –yıldönümü kutlama ayarında- mekânlar tavsiye eden listeler bizim için pek kullanışlı değildi. Biz de plansız programsız Paris’in tadını çıkardık.

Duru’nun en sevdiği mekanlar mı?
Notre Dame’ın önünde kumruların toplandığı bahçe  (içeriye o kadar ilgi göstermedi haliyle)
D’Orsay Müzesinin önündeki heykelli meydan (Duru’yla müze turumuz istediğimiz kadar verimli geçmedi :))  
Tuileries Bahçesi  (kendini kaybetti tahmin edileceği gibi. Birde bir atlıkarınca bulduk, Durunun hayatı o günden beri atlıkarınca üzerine kurulu)
Eyfel Kulesi’nin ayaklarının dibi (tam ışıkların parıldadığı anda altındaydık, hayran kalınmayacak gibi değildi)
Seine Nehrinin üzerindeki her köprü
Christmas için süslenen ve yan yana dizili minik reyonlarla iyice şenlenen Şanzelize Caddesi
Her tür patisserie  (kime çekmiş bilmem ki)
Vee son olarak Disneyland (bu madde sonraki yazının konusu)


10 Ocak 2013 Perşembe

Duru'yla İlk Yurtdışı Tatili

Tam 'tamam işte hayatımızı düzene soktuk sayılır; Duru'nun beslenmesi yolunda, uykuları düzene girdi' derken Selcan'la kanımız kaynamaya başladı. Bir de üzerine Selcan'ın işe başlaması durumu ortaya çıkınca hemen eski Barış-Selcan'a dönüşüp tatil planlarına başladık. (eveet, Selcan işe başladı -Sergüzeşt haricinde-)

Geçen sene dahil olduğumuz Hapimag üzerinden istediğimiz tarihlere uygun tesisleri araştırırken karşımıza karşı koyamayacağımız şehir çıktı: Paris... 

İlk eksik Duru'ya ilk pasaportunu çıkarmak, benim eskisini de çipliyle değiştirmek. Tahmin edileceği üzere en komik anlarımızı Duru'ya biometrik fotoğraf çektirirken yaşadık. Stüdyonun farklı ortamında şaşkın kuzunun yarı açık ağzını vinç gelse kapatamazdı, biz de denemekten vazgeçtik. Pasaportlar geldi, evrak topla, vizeye başvur derken resmi işlemler de bir kazaya uğramadan son haftaya girdik.

İstanbul hala 16 derecelerde gezinirken Paris hava tahminleri 5-6 derecelerde ve gözümüzü korkutuyordu açıkçası. Duru için sanki bir kayak tatiline gider şekilde hazırlıkları yaptık. Valizler de hazır. Tek problem Duru'nun yemekleri kaldı. Kuzunun alerji durumu devam ettiği için ne yazık ki hala yemek konusunda çok dikkatli olmamız gerekiyor. Zema tatil süresince yetecek kadar yemeğini yaptı ama onları valize böyle koyamayız. Yemekler için vakumlu poşet şartı var. Yolculuktan bir gün önce bir süpermarketin yolunu tuttuk. Hijyen kuralları nedeniyle dışarıdan gelen yiyecekleri vakum makinesine koyamadıklarını söylediler ama Selcan'la en ağlak surat ifadelerimizi takınıp adamları ikna ettik.

Back-up üyeliğimizin en çok (hatta neredeyse tek) kullandığımız hizmeti havalimanı transferleri. Valizin çok olduğunu belirtirseniz size Vito tarzı büyük araçlar da gönderiyorlar. Pusettir, valizdir sıkışmadan rahatça vardık Sabiha Gökçen'e. Uçakta çıldırmasın diye havaalanında yerlere oturma, tüm cafe-restaurantlara girip çıkma, teker teker herkese takılıp selamlaşmalarına karışmadık, o da enerjisini boşalttı. Uçakta 1,5 saat uyuyup, kalan sürede de bizi hiç üzmeden yolculuğu tamamladık.

Paris de sonraki yazının konusu olsun...

(Gerçi bu yazı taslaklarda uzun süredir beklediği için biraz güncelliğini kaybetti. Selcan'ın işe başlaması hepimizin hayatını hızlandırdı. Paris, Selcan'ın işi, yılbaşı, Duru'nun yeni huyları ... bir sürü konu birikti. Ofiste işler de yoğun. Ama olsun bahane değil, kapatırız arayı.)