27 Mayıs 2011 Cuma

“Annecik Uyurken”

Türkiye’de ultrason ile aylık kontrol dünya ortalamalarının çok üzerinde benim internetteki bilgilerden anladığım kadarıyla. Ama bize o da yetmiyor yetmiyor… Eve alsak şu ultrason cihazlarından olmaz mı? İlkokulda okulun ilk gününü arkadaşlarını yeniden görecek olmanın heyecanıyla beklemek gibi her ay o Cumartesi’yi bekliyoruz. 

12. hafta yakın arkadaş olduğumuz E.T. gitmiş 16. Hafta büyüyüp serpilip gelmiş. Biz tabi bu ziyaretleri “doktor kontrolü” değil “oyun arkadaşımızla görüntülü konuşma” olarak gördüğümüz için Kağan Bey’in gösterdiği garip açıya anlamsız bakışlar atıyoruz. Buçuk’un neresi burası? Alttan poposuna bakıyormuşuz meğer. “Pipili-pipisiz” ayrımının en rahat yapıldığı açıymış.
Evde Selcan’ı kızdırayım diye “kız olsun bana düşkün olsun” dedim. O da ‘anne’ muhalefet partisi olarak “erkek olsun her konuda annesini tutsun” dedi. Buçuk tarafsız kaldı.

Sonra ben annesi uyurken gizlice uyandırdım Buçuk’u. “Şansın varken, annen gibi kıvır kıvır saçlı, sevimli-sevimli bakan çekik gözlü, yanaklarında gamzeli dünyalar güzeli bir kız çocuğu ol, hepimiz sana aşık olalım” dedim. Tabi son kararını söylemedi bana.

Buçuk ile aylık görüntülü konuşmalarımızın sevgili operatörü Kağan Bey incelemelerini sonuçlandırdı. Alış-veriş listelerinin başına kırmızı rugan ayakkabılar, tütüler, bez bebekler, rengârenk tokalar koymamız gerektiğini tembihledi. Buçuk o akşam beni haklı bulmuştu.

Kameraman alternatif kız ve erkek isimlerini sordu, biz de saydık…

Listeler çok uzun. Ama oyun arkadaşımızın 40 hafta konaklayacağı minik yatağını okşarken ağzınızdan bir isim çıkınca ona öyle bağlanıyorsunuz ki 3 aylıkken, 3 yaşındayken ve 30’una vardığında ona o isimle seslendiğinizi hayal ediyorsunuz… Selcan’ın karnına koyduk elimizi ve ismini söyledik.

Buçuk “Duru” oldu.

Yeni Bir Oyun “Haber Vermek”

Kendim de yapmışımdır sanırım. Yeni yüzmeyi öğrenip “kolluklarını” atan çocuklar, bu gösterinin anne ve baba tarafından görülüp görülmediğini anlamak için, boyunu geçen yerlerde dönüp dönüp sahile bakarlar. Benim tahminim, onlara ne kadar büyüdüklerini ispatlamak isterler. Ve tabi ki onunla gurur duymalarını…

“Buçuk”u ailelerimizle paylaşmak için bekleyemedik. Biz onun yaşamımıza girdiğini 7 haftalıkken öğrendik. Genel tavsiye 12. Haftaya kadar bu haberi kendimize saklamamızdı. Ama bu nasıl yapılır ki? Bizim çıkıp sokaklara çığlık atmamız, bütün telefon rehberindeki herkesi arayıp haber vermemiz, ailelere bombayı patlatmamız lazım. Nasıl bekleriz 5 hafta?!!

İki afacan çocuk edasıyla birbirimize baktık… Bu haberi ailelere nasıl haber vermeliyiz? Onların kalplerine indirmede kullanacağımız suç aletlerimizin başında tabii ki ultrason resmi olacak. En sonunda karar verdiğimiz yöntemi Selcan’ın kardeşi ve onun kız arkadaşı üzerinde denemeye karar verdik. Onlar için evde kuruduğumuz sofraya oturduktan 2 dakika sonra Selcan “Pardon, bir şey unuttum” diye içeri gitti ve 5. bir servisle geri döndü. Tabağı ve çatal-bıçağı koyduktan sonra “Biri daha mı geliyor” sorusuna yanıt “Evet misafir var ama Ağustos başında bize katılabilecek kendisi” oldu. Ne beklersiniz? Şok, çığlıklar, boynumuza sarılmalar… Ne yazık ki hiç biri. Selcan bir türlü yemeğe gelmeye ikna edemediği kardeşine “önemli bir haberim var” demiş, daha yoldayken aralarında “eğer sofrada alkol yoksa bebek geliyor” diye konuşmuşlar. Demek ki neymiş, sabah kahvaltısında bile olsa sürprizi belli etmemek için Selcan’ın önüne votka-rakı-bira bir şeyler koymak lazımmış.

Haftasonu arkadaşlarımızın nişanı için İzmir’deyiz. Kayınvalidem ve kayınbabamın evinde, sabah kahvaltısı için hazırlandık, ultrason resmi benim gömlek cebimde. Kayınvalidemin yemekleri, sofra düzeni meşhurdur. Sofra inanılmaz görünüyor. Dördümüz oturduktan 1 dakika sonra Selcan kalktı ve boş bir tabak ve çatal-bıçak aldı, sofrada ikimizin arasına koydu. Kayınvalidem “kızım başka tabak alsaydın ya” diyince bu sofrada da bizim planın tutmayacağını anladık. Bir türlü sormuyorlardı tabağın ne için olduğunu. Selcan’ın şaşkınlığı ve heyecanı zirve yapınca ben Buçuk’un ilk resmini çıkardım cebimden. Selcan’ın söylediği “bu tabak birkaç ay sonra gelecek misafir için” sözleri annemin çığlıkları arasında duyulmadı bile. Ama en bombası babamın çığlıklara “ne oldu, bana da söyleyin ne oldu” diye aralıksız aynı soruyu tekrarlamasıydı. “Dede oluyorsun dede!!” haberiyle onu da habere ortak ettik. Bizim haber verme yöntemimizin başarısı 2’de 0. Ama inadımız inat yöntemi değiştirmeyeceğiz.

Benim için en keyifli kısmı, benim bir türlü dinletemediğim uyarıları annesinin Selcan’a haberi aldıktan 5 dakika sonra askeri disiplinle aktarmasıydı. “Yukarılara uzanma”, “aşağıya eğilme”, “bacak bacak üzerine atma”, “ağır kaldırma”, “kendini yorma” telkinleri Selcan’a bir bir işlendi.
Akşam yemeği bizimkilerle yenecek. Selcan’ın anne-babası, benim annem-babam ve ablam-eniştem ile 3.5 yaşındaki yeğenim Sarp’ta olacak. Akşam bu haber Sarpı etkiler mi diye korkumuzdan Selcan’la gidip Toy Story 3’ün Woody, Aliens oyuncaklarını aldık.

Urla’da balıkçıya oturduğumuzda ablamlar biraz gecikeceğiz dediler. Bizi İstanbul’dan deneyimli olduğumuz için Selcan’ı önüne rakısını koyduk. Her kadeh kaldırışında annesinin korku dolu bakışlarının görünce çaktırmadan telefonla “merak etme içmiyorum” mesajı gönderdi. Ama ablamın birazı oldu 1.5 saat. Ben delire yazarken sonunda ablamlar yetişti. Bakalım bizim büyük plan burada tutacak mı? Herkes sofraya oturdu. Ben 10 yıldır tanıdığım garsona gidip annemle babamın tam ortasına bir tane daha servis açmasını istedim. Ama garson sağ olsun “servis” diye onların ortasına tek bir “tabak” koyunca bizimkiler balıkçıda olabilecek en klasik durumla bu tabağa kılçık tabağı muamelesi yaptılar. 3’te 0.

Neyse ki Selcan’ın İstanbul’da bana söylediği bir alternatif daha kalmıştı aklımda. Ama masada o anda annem-kayınvalidem ve ablam Sarp’ın üşütmesinden, babamla kayınpederim iş durumlarından, Woody ve Aliens’da nasıl beraber uçabilirler konusundan bahsederken uğultunun arasına giremiyordum. Bir an sessizlikte bütün “baba” ses tonumla babama “Senin Şubat’ta bir hafta tatilin var mı?” diye sordum. Evet süper bu ses tonu bütün masanın dikkatini çekmiştim ve herkes bizi dinliyordu. “Eğer tatilin varsa 1-2 gün İstanbul’a gelebilir misiniz? Evde 1-2 tadilat daha kaldı, yardımın gerekebilir.” Babamın bakışı “Eğer yalnız olsaydın ‘bıktım ulan sizin tadilatınızdan, evleneli 1 yıl oldu hala ne tadilatı’ derdim ama neyse” der gibiydi ama tabi o masada “Geliriz tabi, ne oldu ne kaldı evde?” diye sordu.
“Şimdi de bir bebek odası hazırlamamız lazım”

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Sen, ben ve buçuk!

14 Aralıktı günlerden ve ben haftalardır ertelediğim doktor kontrolüm için kapıdan içeri giriyordum kapıdan çıktığımda hissedeceklerimden bihaber... Ultrason ekranına bakıyordum ancak bende uzay boşluğuna bakıyorum hissiyatı uyandırıyordu:) Doktorumuz görüyor musun dedi işte o zaman gördüm ilk seni! Ve sonra hayatımda beni en çok etkileyen sesi yani senin kalp atışını duymam için sesi dışarı verdi... Japon çizgi filmlerindeki gibi ağlamaya başladım kalbim ağzımdan cıkacaktı! Büyük haberi vermek vardı sırada.Barış'ı aradım. Telefon çaldı çaldı ve açıldı. Benimki dışında 2.bir kalp atısı dinledim ben dedim seni müjdelerken. Bir erkeğin anlaması en zor cümleyi kurdum ama ağzımdan çıkıverdi... koşarak yanıma geldi:)

Büyüdük mü dersin? İyi anne baba olur mu bizden? Onunla beraber büyüsek!! Kangurusuna takıp tüm dünyayı dolaşsak! İşte elimizdeki küçücük ultrason fotosuna bakarken bunlar ve nicesi geçti aklımızdan...hayaller kurduk uzun uzun... ve bu fotoğraf buzdolabı üzerindeki yerini alırken ismini “buçuk” koyduk!:)) Artık 2,5 kişilik ailemiz...

Söz uçar yazı kalır! Bu anlar ve daha niceleri kalsın ki 2 çocuğun 1 bebeği büyütme ve onunla büyüme anları çoğalsın... hatırlandıkça gülümsetsin bizi kocaman!

“az önce benimki haricinde bir kalp atışı dinledim ben!”


İş yerimden fırlayıp Selcan’ı doktordan almaya gittim. Tam taksiye binecekken omuzuna kocaman bir kuş pisliği kondu... Zaten böyle olmalıydı. Dünyanın bir espri anlayışı varsa bize bu haber böyle gelmeliydi.

İlk ultrason resminde 10.7 mm’ydi 2. Kalp atışı sahibinin.

İnsanlar bebekleri olacağını öğrendiklerinde ne hayaller kurarlar? Biz karyola üstündeki dönenceleri, parmak kuklalarını, masal kitaplarını, Legoları, İstanbul’un en güzel parklarını, yeniden hatırlamamız gereken oyunları düşündük her şeyden önce. En önemli şeyler bunlar değil miydi? Ona ilk bisikletini alırken kendimize de birer tane alır mıyız diye düşündüm içimden.

Acaba ''Finding Nemo'' yu ya da “Lion King” müzikalini o da sever mi bizim kadar? Çıkmaya başladığımızda sinemada ilk gittiğimiz filmin “The Incredibles” olmasına ne der?

Belki anne-baba olmak olgunlaştıracak bizi… Büyüyeceğiz herkes gibi. Ama şu ihtimal de hep var ki, onun dünyasına girip daha da çocuklaşabiliriz belki… Biz her zaman ikincisini tercih edeceğiz… Burası da kanıt olacak hangi yöne gittiğimize. Taraf tutmak yok, mızıkçılık yok. Başlıyoruz boyamaya bu sayfayı…