30 Aralık 2011 Cuma

Duru'dan mesaj var! HOO HOO HOO

Click to play this Smilebox greeting
Create your own greeting - Powered by Smilebox
This free digital greeting card generated with Smilebox

Sabah Şarkısı

Başlangıçta normal bir gecemizdi. Duru 3 aynı doldurmuştu ve gece uykuları öncesine göre gayet düzene girmişti. Uyku meselesini annesi varken yazmaya utanırım ben. Ama en azından gece karnı doyduktan sonra hemen uykuya geçiyordu ve bu bile rahatlatmıştı Selcan’ı.

Ama o gece bir şey oldu ve zamansız, karnı tokken huzursuzlanmaya başladı kızımız. Sağ yana çevirdik, sol yana çevirdik, annesi ninni söyledi, pışpışladık. Yok, bir türlü sakinleşmiyordu. Yatağın dışında ikimizde soğuktan ürpermeye başladık. Gece kaloriferler sönmüş ve ev iyice serinlemişti. Kızımızın ellerini tuttuk, onlarda buz gibiydi. Annesi kucağına aldı ve yatağımızda ortamıza yatırdı kuzumuzu ve ellerinden tuttu. Sakinleşip ve uykuya dalması birkaç saniye sürdü. Yatağın en ucunda popomun yarısı dışarıda uyurken iki saat kadar geçti. Sonra yine yatakta bir hareketlilik... Belli ki gazı var bebeğimizin. Annesi ne kadar uğraştıysa da uykuya dalamadı. Her ne kadar pek umudum olmasa da bir kez şansımı denemek istedim. Kızımın ellerinden tuttum ve kendime doğru çevirdim. Sonra bekledim. Huysuzlanmasını, annesine doğru kafasını çevirmesini, ellerini kurtarmaya çalışmasını bekledim. Avcumun içindeki minik eller başparmaklarımı yakaladı. Yanağını yatağa gömdü ve uykuya daldı.


Kaygılar ve sorumluluklar yüzünden baba olmanın tarifsiz mutluluğunu doyasıya yaşamak unutuluyor. Ama minik bebeğim, babasından daha büyük olgunlukla en ihtiyaç duyduğum anı anlayarak hatırlattı aslında değerli olan her şeyin yanı başımda olduğunu…
        
Aslında hep hatırlamak gerekiyor çünkü neyin ne zaman olacağının garantisi yok bu coğrafyada. Yüzleri aydınlık gazeteciler bebeklerinin yanlarından alınıp 1000 günden fazla yargılanmayı bekliyorlar parmaklıklar ardında…  Kızımın ilk Cumhuriyet Bayramı’nın yaşamasına bile izin vermiyorlar… 13 yaşında kız çocuğuyla “kendi rızasıyla” fuhuş yaptıkları için yargılanan 28 kişinin cezaları “iyi halleri” nedeniyle düşürülüyor ülkemde... Van’da depremden kurtulan çocuklar donarak ya da çadırlarında yanarak ölüyorlar...

Nereden çıktı bu satırlar? Ne yapayım yazmayınca içimde birikiyor. Hayata pozitif yönden bakmaya çalışıyoruz hep. 2cocuk1bebek de güzellikleri paylaşabilmemiz için var. Kızımızın içinde en büyük çabamız bu olacak… Ama sırtımızı da dönemiyoruz gerçeklere. Sessizliğimiz bu günlerinde geçeceğine, üstadın dediği gibi ‘enseyi karartmamak’ gerektiğine olan inancımızdan.

Sabah 07.00’de yatağımızın tam ortasından dünyanın en neşeli, en melodik ve en afacan şarkısı yükselmeye başladı aniden. Selcan’la önce birbirimize sonra yatağın ortasında havaya tekmeler atan, kendi kendine oyunlar oynayan ve yeni bestesiyle poposunu bir o yana bir bu yana çevirerek dans eden kızımıza baktık. Kızımızın yanaklarını aramızda paylaşarak eşsiz bir güne daha başladık.

Duru Adında Bir Meşe Ağacı

Ne kadar basit ama kalbimizden vuran bir cümle ‘Meşeler Yuva Arıyor!’ Meşe palamudu evlat edinmek gibi bir çok insana aptalca gelecek bir fikir neden bu kadar keyif veriyor bize tarif edemiyoruz. Ama kuzumuzun da bizim gibi olmasını istiyoruz. Hayvanları çok sevsin, ağaçlarla iç içe yaşamaktan mutlu olsun diye şimdiden çabalıyoruz… Meşe palamutlarımızı önce bir saksıya ekeceğiz ve tıpkı bir bebek gibi fidan olup kendine yetmeye başladığı zaman özgürlüğünü vereceğiz ona. Ama hep arkasında olacağız. Koruyacağız.




Tema Vakfı bu mükemmel hediyelerini güzel bir kese ve birbirinden sevimli meşe palamudu resimleriyle birlikte süslemiş. Dünyada olup biten her şeye sonsuz merak besleyen kuzumuz meşeleri büyük bir mutlulukla karşıladı. Tema Vakfı’na bunun bir parçası olma fırsatı verdiği için kocaman teşekkür ederiz…



İlk Seyahat(imsi)

 “Tatil Sabahı” yazısının konusu olan bayram tatili için bir plan yapabilir miyiz diye düşündük durduk uzun süre. Kuzumuzun uyku düzeni yeni yeni oturuyordu ve babasının işyerinden taşıdığı üst solunum yolu enfeksiyonu ile savaşalı daha birkaç gün olmuştu. Bir yandan da aynı evin içinde geçirilen günler özellikle annemizi çok bunaltmıştı. Hem biz değil miydik ‘bizim gibi gezenti bir çiftin kızı da sever gezmeyi, kangurusuna koyar her yeri birlikte keşfederiz’ diyen…
  
Bir yerlere gitmek istesek de bu ilk sefer için kafamızdaki kurallar çok sınırlayıcıydı… Bütçemiz sınırsız değil, bayram fiyatları havalarda uçuşan yerler tercih edemeyiz. Olumsuz durumda 1-2 saatte evimize dönebilmek gibi bir fikirde var aklımızda. (daha çok pimpirikliği ile ünlü babanın aklında) Odaların ısıtmasının iyi olması ve bebek kabul etmeleri tartışmasız maddeler zaten…
Beykoz’da daha önce kaldığımız Saklıköy geldi aklımıza. Gözümüzü kararttık 4 günlük bayram tatilinin 2 günü için rezervasyonumuzu yaptırdık. Hadi bakalım başlasın macera… “Çocukla seyahat” tecrübesizliğini bayram sabahı hissetmeye başladık tabi. ‘Sadece 2 gün kalacağımız otel için eşya hazırlamak nedir ki’ düşüncesiyle bütün bu hazırlıkları son güne bıraktık ve ilk duvara tosladık. Kendi eşyalarımızı toplamız işin hikâye kısmı. Duru hanımda öyle değil ki… Banyo küveti, havluları, yorganı-battaniyesi, biberonları, emzikleri, emzik askıları, 4 mevsime uygun kıyafetleri, gaz ilacı, rezene çayı… ve daha bir sürü irili ufaklı eşyası ile bu son dakikacılığımız konusunda bizi bir güzel tarumar etti. İşte o an bir bayram mucizesi (Şu lafımı cübbeli duysa beni kızgın şişle kovalar… Yazar Türkçe çeviride ‘christmas miracle’a gönderme yapıyor) gerçekleşti. Bakıcımız Zema bir gün önce cep telefonunu bizde unutmuştu ve onu almaya geldi. Onun o 1-2 saatlik varlığı bile hayat kurtardı resmen…

Bebekli araba seyahatinin en komik enstantanelerinden biri araba bagajı düzeni. Planlı ve disiplinli bir çalışma istiyor. Hem azami eşya sığdırıp hem de Jenga gibi alttan çıkarmak istediğiniz herhangi bir parçanın üst kısmı çok etkilememesine dikkat etmek zorundasınız. Bagajınız bebeğinizin malzemelerine yettiyse şanslısınız. Şoför yanı da anne ve babanın eşyalarına tahsis ediliyor ve dışarıdan ev taşıyormuş gibi bir görüntü verilerek 2 günlük tatilimiz başlıyor.

Otele varır varmaz doğru bir otel seçtiğimizi anladık. Çocukla gidecek yer seçiminde doğru ya da yanlış karar verdiğinizi anlamak en fazla 5 dakika alıyor. Yanlış tercihte çevrenizden size ve bebeğinize korku dolu ‘eyvah bebek ağlaması mı dinleyeceğiz’ bakışları fırlatılıyor, doğru tercihte ise parktaki otomobil sayısına eşit miktarda puset geziniyor çevrenizde. Mesela Pazar günleri sabah kahvaltısı için İstinye Park House Cafe’ye gidin ne demek istediğimi anlarsınız. Pazar sabahı evin azmanı tarafından erkenden uyandırılan aileler ile dolup taşıyor. Tüm İstinye Park’ta in cin top oynarken burada masa kapma yarışı…

Otelde uzun zaman sonra gün batımı keyfi yaptık sonbahar yapraklarıyla kaplı çimlerin üzerine atılmış şezlonglarda. Ama asıl sınav akşam başlayacak. Akşam rutinimiz olan banyo-beslenme-uyku ve sonrasında bizim akşam yemeğimizi nasıl organize edeceğiz?

Duru hayatındaki ilk oksijen çarpmasının etkisiyle tahminimizden kolay uyudu. Ama bizi en çok korkutan soruna –akşam yemeğine- çare bulamadık. Kameramız yemek salonundan çekmedi ve bizde yemek dâhil bütün geceyi odamızda en az ses çıkaracak şekilde geçirmek zorunda kaldık. Gündüzleri güzel geçirdiğimiz tatilin ikinci gecesi de birincisinin kopyası olacağını düşünerek akşamüzerine doğru evimize döndük.

Başarısız bir tatil görüntüsü çiziyor olabilir ama kızımızla ilk çıktığımız Pazar kahvaltısında da günün çoğunu emzirme odasında geçirmiş ve cümle âlemin alay konusu olmuştuk. Şimdi her Pazar kızımız neredeyse kendi hazırlanacak dışarı çıkmak için… Bu gezi de bizim için bir adımdı ve arkası kesilmemesini planlıyoruz.Şimdiden bir sonraki tatil planını yapmaya başladık bile. 

    25 Aralık 2011 Pazar

    Tarihlerden 14 Aralık!

    Bu akşam Barış'la muhabbet ederken fark ettik ki anne baba olacağımızı öğrendiğimiz tarih üzerinden 1 yıl geçmiş!:)) Ne heyecanlanmıştık, ne şaşkındık o gün!
    Duru aramıza katılalı 4,5 ay geçti bile halen heyecanlı halen şaşkınız... Acemi anne baba olarak her gün yeni şeyler öğreniyoruz. Tam kızımızı çözdük diyoruz öyle bir şey yapıyor ve bizi şaşırtıyor ki tüm düzen tepetaklak oluyor. Düzensizliğin düzeni hakim halen evimizde. Yine de çoooook güzel!
    Evimiz miss gibi Duru kokuyor...

    21 Aralık 2011 Çarşamba

    Kızım İçin Yazılan İlk Satırlar

    Alttaki yazı 15 Aralık 2010’da kızım için tutmaya başladığım ama bu blog oluşunca bıraktığım günlükten. Okuyup o günlerin farklı heyecanını hatırlamak ne kadar keyifli. Bebeğimiz hayatımıza girdiği ilk günden beri dünya farklı, daha güzel bir yer olmuş…    
                                                                                                  16 Aralık 2010

    Güzel Bebeğim,
    Dün annen bir önceki gün çok uyuduğu için sabah saat 5.00’te uyandı. Aralarda uyusa da erkenden ayaktaydı. Şimdilik hamilelikte sık görülen bulantı durumu yok. Sadece sık tuvalete gidiyor ve normalden fazla uyuyor.
    Ben daha kimseye senden bahsetmedim. Kendimi tutmaya çalışıyorum. Annen de sadece iş yerinden arkadaşı Ezgi’ye söyledi şimdilik. Bu kadar güzel bir haberi söylememek ve paylaşmamak çok zor...
    Annen senin sağlığın için gerekli olan Folic Asit aldı bugün eczaneden. Sonra da kafasına takılan 1-2 sorunun yanıtlarını almak için doktorunu aradı. Her şey yolunda merak edilecek bir şey yok…
    İstanbul çok soğuk bugünlerde. 3 derece civarındaydı akşam ben işten çıkarken ve hafif yağmur çiseliyordu. Annenin süt ürünleri tüketmesi gerektiği için internetten tarif alıp ona yayla (yoğurt) çorbası yaptım. İnternetten de Wagamama diye bir restauranttan körili tavuk, pilav ve soya fasulyesi (edamame) sipariş verdim. Hepsi annenin sevdiği yemekler. Akşamda süt ihtiyacı için ballı-muzlu süt yaptım yine…
    Film seyredelim diyorduk ama ikimizin de uykusu olduğu için TV’de yarışma programı seyrederken koltukta uyuyakalmışız. Anneni yatağa geçirdim sonra.
    Oturma-çalışma odası olarak ayırdığımız odayı sana ayırmayı düşündük dün. Güzel, aydınlık bir oda. Her şeyi senin seveceğin ve rahat edeceğin şekilde ayarlayacağız. Yeter ki sen sağlıklı, mutlu gel aramıza… Öpüyoruz seni…

    4,5 Aylık Babanın Özeleştirileri

    Aslında özeleştiriden çok hayatımda değiştirmem gereken şeyler aklıma geliyor sürekli. Tabi bir sürü kişilik özelliklerim var çocuğumun gelişimi için törpülemek istediğim. Kolay parlayıp, çabuk sakinleşen yapımı; önyargılarımı; kimi zaman dibe vuran empati kuramama durumumu toparlamam gerekiyor. Ama bahsetmek istediğim daha çok daha fiziksel, elle tutulur değişiklikler…
    • Daha az televizyon izleyip, daha çok okumaya vakit ayırmak... Bebeğimize 2 yaşına kadar hiç televizyon izletmeyeceğiz ve 3 yaşından sonrada izleme sürelerini elimizden geldiğince en azda tutacağız ama bence bunlardan daha önemlisi; aslında kendimiz içinde doğru olan şu televizyon bağımlılığından kurtarmaya çalışacağız kendimizi. Sadece okumak demek eksik aslında, daha çok sohbet; oyun ve uyumak için… Sıradaki parça RHCP’dan geliyor: “throw away your television”
    •  Tamamen koptuğum oyun dünyasına artık kıyısından köşesinden girmem gerekiyor. PS; Wii ve PC oyunlarından bahsediyorum. Ne olursa olsun kızımız bir şekilde bu oyunlar dünyasına girecektir diye tahmin ediyoruz. Karşıda değiliz ayrıca. Oyunların doğru yaşlarda çocukların dünyasını geliştirdiğine inanıyoruz. Bu yüzden bizimde bu dünya ile ilgili aşinalığımız olmalı. Acilen arkadaş evlerindeki PS partilerine gitmeye başlamak lazım
    • Kızımın spor yapmasını çok istiyorum. Selcan’la hep konuştuğumuz şey çocuğumuzu “proje çocuklar” gibi yetiştirmemek. OKULPİYANOKURSUDERSANEYÜZMEDERSİETÜDÇALIŞMALARIBALEOKULU gibi bir deliliğin içine gömmek istemiyoruz onu. Ama zevklerini oluştururken bizim de etkimiz olacaktır. Bu yüzden karar verdim, her zamanki yalnızca erkek kategorilerindeki sporların yanında kadınlar voleybol, tenis ve kayak gibi yayınları da takip edeceğim.
    • Beni tanıyanların en çok şikâyet ettiği konulardan biri benim biraz ağzımın içinden ve kelimeleri yuvarlayarak konuşmamdır. Üniversitede bir dönem o kadar kötü duruma gelmişti ki akşamları ağzına bir kalem sıkıştırıp kitaptan 1 sayfayı yüksek sesle okumaya başlamıştım. Gerçekten çok faydasını gördüm bunun. Sanırım buna yeniden başlamam gerekiyor.
    Bu liste uzar gider büyük ihtimalle. Aklıma geldikçe buraya yazayım ki değişim için motivasyon olsun…

    7 Aralık 2011 Çarşamba

    Van

    Üzülüyoruz, ilk 1-2 gün yardım ediyoruz ama sonra ‘ben sorumluluğumu yaptım’ diye düşünüp unutuyoruz. O yardımlar ne oldu, bebekler ısındı mı, emziren annelerin karınları doydu mu, uyudukları yer sıcak mı, çadır içinde kullandıkları sobalar yüzünden yangın çıkar mı bilmiyoruz. Gönderdiğimiz yardım paketlerinin akıbeti konusu zaten muallakta. Geçen hafta 8 tır dolusu yardım paketinin bulunduğu depoda yangın çıktığı, çıkan yangına yakın bir çadırda 5 aylık bir bebeğin donarak öldüğü haberini okuyoruz ama buna bile tepki göstermiyoruz. 8 tır dolusu malzeme neden depoda durur orada çocuklar ölürken?
    Aradan bu kadar geçmişken bunları düşündüren Facebook’taki bir fotoğraf. Van’da soğuktan elleri mosmor uyumaya çalışan bebek ile İstanbul’da oda sıcaklığını derecesi derecesine ayarladığımız odalarda uyuttuğumuz bebeklerimizden birinin yan yana konulmuş fotoğrafı.
                                         

    Bu fotoğrafı arkadaşımız ve aynı zamanda doğum fotoğrafçımız Alev Durmuşoğlu’nun sayfasında gördük. Alev’in bir arkadaşı İstanbul’dan Van’a 112 ekibi olarak gitmişti. Alev’le kurduğu temasta İstanbul’dan gönderilecek çocuk giysilerini orada bebeklere kendi eliyle giydireceğini söylemiş. Alev’de mesleği icabı birçok bebekli aile tanıdığı için, kolları sıvamış. Biz haberi duyunca arkadaşlarımıza da haber verdik ve onlardan topladığımız kıyafetlerle Duru’nun küçülen ve fazla olan giysilerini paketleyip Durucuğu da yanımıza alıp Alev’in stüdyosuna götürdük.
    Ufacıkta olsa bir katkı sağlama fırsatı verdiği içinönce Alev’e teşekkür etmekle başlayalım… Arkasından birkaç söz de asıl kahramanlara… (bir teşekkür de kendi kuzusu ile Van’da Özlem’in çektiği fotoğrafı yan yana koyup Facebook’ta yayınlayan Ebru’ya)

    Sevgili Özlem ve arkadaşları sizleri hiç tanımıyoruz ama umarım bir gün yollarımız kesişir. “Koşullar zor ama sizlerin sayesinde iyileşiyor” demiş bir arkadaşınız. Telefonla konuşurken burnunu çekiyormuş Özlem… Artçılarla birlikte bölge hastanesinin tamamen kullanılamaz hale geldiğini ağlayarak söylemiş…
    Sizlerden ricamız orada yaşadığınız ve tanık olduğunuz acıların; eline eldiven, ayağına kuru bir çorap giydirdiğiniz her bebek için kalbinizde duymanız gereken huzur duygusunu bastırmasına izin vermeyin. Ve n’olur bizleri affedin. 

    3 Aralık 2011 Cumartesi

    Duru artık 4 aylık!

    3 Ağustos--- minik kızımız doğdu!
    Bugün 3 Aralık ve Duru tam 4 ayı doldurdu. Kocaman bir kız olmuş gibi hissediyoruz bugün. Sanki 18 yaşını dolduruyormuş gibi heyecanlıyız.
    Kocaman gülümsemesi ve agugugularıyla evimizin enerji bombası "o".
    Sabahları konusarak uyanan, ellerini boğazına kadar sokup şapur şupur emen, her gördüğü yeni şeye gözlerini kocaman kocaman açarak bakan meraklı bir kız çocuğu...
    Bunun gibi 3 tane daha geçecek güzel kızım ve kocaaaman doğum günü pastanı kesiyor doğum günü mumlarını üflüyor olacağız... Kimbilir ondan sonrada daha kaç tanesini...
    İyi ki varsın...
    Seni çok seviyoruz!

    Kızımın Odası

    Selcan’la birlikte gittiğimiz ilk doktor kontrolü akşamı evdeki 3. odanın kapısında durup hayaller kurmaya başladık.
    Bu oda eski dolap –ya da diğer ismiyle giyinme soyunma – odası... Bizden önceki ev sahibi evin en aydınlık odasını sağlı sollu tavana kadar dolaplarla kaplatmış. Odayı dolaplar olmadan hayal etmek zordu tabi. Ama dedim ya kızımla (o zaman sadece ‘bebeğim’di) ilk defa tanışmıştım ve o durumda banyonuzu bile Disneyland gibi hayal edebilirsiniz.
    İnci Tunçel’in Levent’teki mağazasına girince bembeyaz mobilyalarına vurulduk. Favorimiz olan “Bulut” modelinden yatak, 3 kapaklı dolap ve şifonyerden oluşan takımı ısmarladık. Ablamın tavsiyesine uyup kızımız büyüyünce kendi zevkine göre odasını seçmek ister diye yatağı büyütülebilen modellerden almadık.Sevdiğimiz başka bir şey bu takımı tamamlaması için yine İnci Tunçel’den aldığımız beşik oldu. Bunu ilk dönem kendi yatak odamıza da rahatça koyabildik tekerleri sayesinde.Casa’dan açılıp tek kişilik yatak olabilen emzirme amaçlı aldığımız şeker pembesi koltukla mobilyalarımızı tamamladık.
    Duvar kağıdımız Tartine et Chocolat’tan... Beyaz üzerine pembe balerin babetleri; tütüler; biraz “Şeker Kız Candy’i” biraz “Judy ve Uzun Bacak”taki Judy’i biraz da Japon animelerindeki çekik gözlü kız çocuklarını anımsatan balerinlerinden oluşan desenleriyle duvarlarımızı süslüyor artık…
    Annesi şimdiden kızına tütüler giydireceği günlerin hayallerini kuruyor. Bunlar bir yana… Bebek odasını bebek odası yapan en önemli şey ‘bebek kokusu’ymuş. Kullandığımız deterjanlara hiç benzemeyen mis gibi sabun tozu kokusunun, süt kokusuna karıştığı koku… O koku yerleştikten sonra odaya geri kalanlar teferruat oluyor…


    2 Aralık 2011 Cuma

    Duru'nun Annesi...

    3 Ağustos'tan beri beni tanımlayan yeni bir sıfat var! Duru'nun annesi :) Temmuz'dan beri sesimin cıkmamasının sebebi birtanecik kızım! Hayatımıza öyle hızlı bir giriş yaptı ve hayatımızı kapladı ki tüm boş vakitlerimi uyku&yemek&wc&yıkanma gibi temel ihtiyaçları gidermekle değerlendirir oldum. Dile kolay yarın 4.ayımızı dolduruyoruz ve ben ihmal ettiğim blogumuza artık tekrar yazı yazmaya baslıyorum.Sonunda! Çok özlemişim. Hem çok hızlı hem de çok yavaş geçti zaman geriye dönüp bakınca. Yazılacak o kadar çok şey birikti ki. Hamileliğimin son günleri,doğum,doğum fotoğrafçıları, emzirme-uykusuzluk, ilk seyahatimiz, durunun oyuncakları vb bir sürü şey! Hepsini yavas yavas yazıyor olacağım...


    4 aylık bir anne olarak geçen zamanın çooook zor olduğunu  itiraf etsem de hayatım(ız)da yaptığım(ız) en güzel şey kızım(ız)!