28 Şubat 2013 Perşembe

Evde Bir Pepe Delisi


Bu sabah 06.15’te uyandığımda Duru’dan çıt çıkmıyordu. Yaklaşık uyanma saatleri olduğu için kulağım monitörde biraz zaman geçirdim. Kıpırdanma sesleri gelmeye başladı. Birazdan bir bağırtıyla bizi çağırması gerekiyor. Bekledim. Monitörden çıkan sesle sabah sabah krize girdim: “Peppee”

Aileler dalga geçiyorlar bizimle ‘sözde TV izletmiyorsunuz ama her gün youtube’tan 10-15 dakika video izliyor’ diye. Haklılar, denecek bir şey yok. I-pad’le ilk tanışması uçak yolculuklarımızda alternatif vakit geçirici olarak düşündüğümüz Bir Kar Masalı ve Filin Banyosu masal kitaplarını Appstore’dan indirmemizle oldu. Disneyland’de gördüğü kahramanların hareketli videolarını görmemesine dayanamayıp biraz youtube'da Mickey Mouse Clubhouse'a takıldık, tabi günde 15 dakikayı geçmeyecek şekilde. Youtube’un tavsiye listesini takip ederek Super Simple Learning’in  benzersiz şarkılarını keşfettik daha sonra, en sonunda da Pepe… 


Açıkça söylemek gerekirse ben pek ısınamamıştım Pepe’ye. Hala da videolarını çok sevdiğimi söyleyemem. Video sevdasını bastırmak için evde Pepe dergileri, bebeği gibi Duru’nun daha aktif iletişim kurabileceği yollar deniyoruz. Başarılı da olduk sayılır. Pepe bebeğinin alınması da ayrı bir mevzu. Bahtsız Selcan Akmerkez’de oyuncakçıya cüzdanını ve cep telefonunu benim yanımda unutup girmiş. Kuzu kucağına Pepe’sini almış, gayet memnun takılırken durumu farketmiş ama tabi kıyamet kopmuş. Duru oyuncakçılarda çok üzmez bizi. Eline alır-bırakır ama Pepe’si elinden alınca Akmerkezi annesinin başına yıkmış işte. İlerleyen saatlerde alışveriş merkezinde elinde Pepe'si etrafında daireler çizip 'Peppee, Peppeeee' diye danslar eden bir bızdık vardı yanımızda. Pepesini göstermediği tek bir kişi kalmayacak şekilde turumuzu tamamlayıp eve döndük. 

Pepe heryeri kaplamış da bizim haberimiz yokmuş. Cam su şişelerinde, çantalarda, bebek laptoplarında vs. karşımıza çıkmayan yer yok gibi. Ben de kendimce bu koleksiyona ufak bir katkı yaptım. Bu blogun ilk yazısında sormuştum ya 'anne-baba olunca olgunlaşıp büyür müyüz, yoksa onun dünyasına dalıp daha da çocuklaşır mıyız?' diye. Şimdilik büyüme emaresi yok, eh bizim de pek şikayetimiz yok.


26 Şubat 2013 Salı

Kendi Halimizde


Ekşi Sözlükte Blogcu Anne başlığı altında aşağıdaki yazıyı gördüm. Dışarıdan anlaşılmak zor tabi. Hiç müdehale etmemek için yazım yanlışlarınıda düzeltmedim…


simdi isin icine girdikten sonra insan farkediyor ki, annelik ve cocuk/bebek bakim uzerine olan blog ve forum sayisi kadar ne ruya tabiri sayfasi var, ne de korsan film indirmece ya da dizi izlemece. yani size anlatamam ne kadar cok.. ki uc dilde takip ediyorum (google da arayinca bir sey...), sadece turk analarina ozgu degil bu olay, ispanyolca konusan ne kadar ulke varsa ve ingilizce aman yarebbim deniz derya, okyanus...

simdi niye boyle bir ihtiyac var diye dusundum. teorim budur:

- ne kadar cok seversen sev, o sevgili herhangi biriyle bebeginle ilgili bir sey paylasinca "ay masallah cok tatli" diyor ve olay bitiyor. ki gayet de samimi, ciddi, ama yani simdi 3,5 aylik bebegin 6 kilo olmasinin ne demek oldugunu yakin zamanda 3,5 aylik bebegi olmayan anlamaz. yok abi anlamaz.. yani ne farkeder 6 kiloymus 60 cmmis, 70 cm 8 kiloymus. geri kalana "ay tam yemelik yanaklar, ne guzel guluyo" seyler olcut.

ee ne yapmak lazim, bunlari anlayan (yani yasamis, yasayan kisilerle paylasmak lazim).

super, tam da en yakin arkadasim dogurdu ya gidip, ay bizimki emekledi, bizimki dondu, bizimkisi var y abooo deyince noluyo... ay karsilastirma, gormemisin bebegi olmus oluyo..

sonuc ne?

analar ve analarin yurekleri tanimadiklari insanlarla ve hatta havayla, google la paylasmaya basliyorlar boyle seyleri. haa en yakin arkadasi da okursa napalim artik o ona demediydi ki...

ıste boyle brir ihtiyac var analik surecinde.. deli gibi paylasip her bi boku (cidden yani resmen boku, kaka yani kaka) bir yandan da herkesten deli gibi esirgeme icgudusu mudur artik,manyaklik midir, oyle bir sey nokta blogspot nokta kom
24.12.2012 17:15 ~ 17:18 coquille





Yukarıdaki yazıyı okuyup bir de 2Ç1B’de  benim de vaktinde ‘kaka’lı bir yazı(*) yayınladığım aklıma geldi, çok güldüm. Geçtiğimiz günlerde de en sevdiğimiz bloglardan Olmadık İşler Peşinde sürekli çocuklarına güzelleme yapan bloglardan bıktığı için kendi çocuklarından bahseden postlar yapmaya çekindiğinden bahsediyordu bir yazısında. Tabi bütün bunların yanında bizim 2Ç1B’yi diğer sosyal medya kanallarında yaymamamız ve özellikle soran birkaç kişi haricinde kimseyle paylaşmamız gibi bir rahatlığımız var. ‘kendi kendimize takılıyoruz’ ne de olsa.  

Böyle bir geçiş yazısı yazdım çünkü kuzuyla ilgili çok konu birikti. Annesinin işe başlamasına tepkisi, sinüs eğrisi gibi bir düzelen bir bozulan uykusu, yeni oyuncakları gibi çok konu oldu. Kaka-çişten de vazgeçemeyiz, daha önümüzde tuvalet eğitimi var… madem oyle iste boyle nokta blogspot nokta kom :) 

20 Şubat 2013 Çarşamba

Hayatı Kolaylaştıran Detaylar–3 Eve Yakın İş Bulmak


İşi bulmak çok kolaymış gibi bir de eve yakınını bulmak yazıyorum, ayıp oluyor bende biliyorum ama gerçekten de yaşam kalitesini bu kadar yükselten az detay vardır hayatta. Hele de İstanbul’da yaşıyorsan.

Gerçi benim iş bulma sürecimde sancılı bir süreçti. Planlama mühendisi olmanın hem iyi hem kötü tarafı projenin yaklaşık ne zaman biteceğini ve senin yine o kâbus gibi özgeçmiş hazırlama, kravat takıp iş görüşmesine gitme tarihini önceden bilmendir. Duru’nun bize katılacağını öğrendiğimizde büyük bir alışveriş merkezi projesinin planlamacısıydım ve projenin bitiş tarihi doğumla aynı günlere denk geliyordu. Hayatımın en heyecanlı döneminde bir de iş bulma telaşını yaşamamak için arayışa geçtim. Bulduğum projenin tamamlanmasına 2 yıl vardı, yeter de artar diye düşünüp balıklama atladım.


Hayat her zaman planlandığı gibi gitmiyor. Sonradan sadece güzel anılarıyla hatırladığınız günler bile içerisinde büyük sancılar taşıyor.


Doğumuna 6 hafta kala çalıştığım şirket ve işveren arasındaki sözleşme feshedildi. Firma hepimize ‘üzgünüz ama bu profesyonel iş hayatı, başınızın çaresine bakın’ konulu kısa bir konuşma yaptı. Beklenen doğum tarihinden 2 hafta sonra çıkışımız yapılacaktı. Hiç hatırlamak istemediğim 3 haftanın ardından şu anda çalıştığım işi buldum. Kızımın gelişinden 2 hafta sonra Cuma günü işten çıkarılıp, Pazartesi yeni projeme başlamış oldum.



Neyse bunlar keyifsiz detaylar. İş buldum sonunda ama ne bulmak. Yürüyerek evimize 10 dakika mesafede bir proje. Ofis penceremden evi olmasa da kızımın oyun oynadığı parkı görebiliyorum. Trafikten dolayı kurtulduğum stres bir yana, Duru’yla geçirebileceğim fazladan bir saat ve daha uzun uyuyabilmek anlamına da geliyor eve yakın iş. Benim gibi durumu şımarıklığa döndürürseniz öğlen kahve içme bahanesiyle kızınızı sevmeye de gidebilirsiniz.

18 Şubat 2013 Pazartesi

Bir Doğum Hikayesi


O kadar uzun zamandır aklımdaki bu yazı! Hastanede ya da hemen doğumun ertesinde yazmayı düşünürken Duru 18 ayı devirdi ben ancak yazabiliyorum. Vardır elbet bir sebebi ama artık daha fazla ertelemeden yazma zamanı.

14 Aralıkta duymuştum o ilk kalp sesini! Japon çizgi filmlerindeki koca gözlü kızlar gibi gözyaşlarım 300 m'e fırlamıştı ultrasonda ki mini minnacık buçuğu gördüğümde. Doktordan çıkar çıkmaz omzuma kocaman bir kuş pisledi! Normal zamanda kızardım ama haberin üzerine gelince gülümsedim. Sanırım buçuk şans getirecekti bize(öyle de oldu!). Buçuğun geliş haberi tüm ailede ve sevdiklerimizde bayram etkisi yarattı. Herkes hayaller kurmaya başladı sabırsızca ama en çok biz... Barış'la çok mutlu ve çok heyecanlıydık. 

Hamileliğim sıfır bulantı, bol uyku, bol egzersiz,  sağlıklı beslenme ve planladığım gibi az kilo artışı ile geçti. Uyku derken öyle böyle bir uyku değil! İlk 3 ay kafamı kaldıramadım.. 3 aydan sonra egzersizlere ve yürüyüşlere başlayınca kendime geldim ve bu sürecin sonuna kadar tadını çıkardım... Sadece ilk günden süreç değil sürecin sonu yani doğum korkutuyordu beni.

37. haftadaydık ve Kaan bey sordu normal doğumu ne kadar istiyorsun diye 10 üzerinden puanla kendini dedi. 8 verdim kendime! Çatın dar ama problematik değil sadece dikişin çok olur istiyorsan yapmaman için engel yok dedi. Oley izin çıkmıştı bizde beklemeye başladık.

37. hafta tık yok... Duru hanım içerde rahat sanırım... 

38. hafta izmirdeki anne babalar sürekli telefon ediyorlar ee noldu diye? Annem dayanamadı bu strese atladı geldi yanımıza. Sonra Ümit anne ve Kadir baba'da geldiler. Babam bizden telefon bekliyor. Her telefonda uçak biletlerini kontrol ediyor. Bu durumdayız ama hala tık yok. Hala keyif sürmekte göbeğimde... Bu arada ben de inanılmaz bir öksürük başladı. Geceleri uyku uyuyamıyorum. Yattığım anda ciğerlerim yerinden çıkacakmışcasına öksürüyorum. En keyifli zamanlarda nereden çıktı bu öksürük!

39.hafta son kontrole gittik kasılmalar var ama hala doğuma dair bir işaret göremiyoruz. Sürekli kızımla konuşup onu 6 agustostan önce gelmeye ikna etmeye çalışıyordum onu. Doğum süreci kendi kendine başlarsa hersey daha ii olacak gibi geliyordu hep... 

39+4 saat sabaha karşı 04:32 evde herkes uyuyor ben hariç ve taa taa ta kanamam geldi ve oleyy dedim başladı işte! 9 aydır sabırsızlıkla beklediğimiz an geldi çattı. Barış'la bu anın çok provasını yapmıştık. Önce doktorum aranacaktı durum anlatılacak, sonra sancılar sıklaşana kadar evde oyalanılacaktı.(çünkü hastaneye gidince süre daha yavaş geçiyor ve ağrıya odaklanılıyordu)Kaan Bey'i aradık durumu anlattık süper dedi bekleyin bakalım ağrılar düzenli ve sık hale gelince konuşalım. Ben fırsat bu fırsat ılık bir duşa girdim. Nasıl iyi geldi anlatamam. Tüm kaslarım gevşedi. Kanamam beklediğimizden daha fazla olunca doktorumuz hastaneye yönlendirdi bizi. Hastanedeki doktor muayene ettikten sonra gözünüz aydın bugün buradasınız dedi J Doğum başlamış 2 cm açılma var.

Aneeem benim niye hiç sancım yok. Damar yolları açıldı, serum takıldı bol bol yürüyüşler yapıyoruz Barış’la hızlandırmak için süreci ama nafile. NST’de sancılarım çok düzensiz ,doktorum suni sancı verip hızlandıralım biraz süreci dedi. Epidural istediğim için katateri taktılar sonrada suni sancı için ilacı verdilerJ Saat 17:00 gibi ben gelirim 19:00 gibi de doğumu bekliyoruz diyerek başka doğuma gitti Kaan Bey.

Bende sadece regl ağrısı gibi bir ağrı bıraktı gerisinde suni sancı. Odada muhabbet halindeyiz saat 16:30 bende çok fena bir kakam gelmiş hissi var. Odaya gelen hemşirenin kulağına fısıldadım durumu bir NSTye bir bana baktı sonra hiçbir şey demeden gitti odadan. 10 dakika sonra sedye yanaştı kapıya.Annem ve Barış kapıda bu karşı odanındır bizim doğum 19:00’da olacak diyip göndermeye çalışıyorlar bu arada karşı odada da bir normal doğum bekleyen var onlara gelmiştir diyoruz. Hooop sedye içeri girdi beni doğumhaneye götürmek üzere koydular sedyeye ve 5 dk sonra içerideydim. Kahkahalarla gidiyoruz doktor kesin yanlış alarm bu diyor. İçeri girip durumu görünce eveeet başlıyoruz dedi biz şok! Barış yanımda sımsıkı ellerimi tutuyor. Benim keyfim yerinde ben öle olunca herkes çok keyifli. Nefes al, ıkın, biraz mola, nefes al ve ıkın biraz mola… önce daha uzun aralıklarla sonra biraz daha yakınlaşıyor zaman. O sırada Kaan Bey Duru’nun saçından minik bir parça kesip uzatıyor o an diyorum hadi gel bebeğim seni çok bekledik. Heyecan, sabırsızlık tüm gücümle ıkınıyorum… çok güzel gidiyorsun hadi Selcan biraz daha ve son bir kuvvet Barış'ın elinden destek alıp itiyorum arkasından inanılmaz bir rahatlama hissi geliyor.

Duru dünyaya geliyor!!!!!!!! O gür ağlamasıyla haykırıyor geldiğini herkese! Ağlıyoru(z)m. Bu muhteşem minnak bize mi ait? Simsiyah gür saçlı ve iri dudaklı Duru’cuk. Hoş geldin ailemize…Çok bekledik seni…

Ve Duru'dan sonra hayatımız bambaşka bir boyuta taşınıyor… 

15 Şubat 2013 Cuma

Kahve Kitap Molası

Sabah ofise gelince eğer hava kapalıysa kurulan hayaller genelde benzerdir. Evde kahve ve kitapla vakit geçirmek banko ilk sıralarındadır listelerin. Eh ben de ortalama bir insan olarak bugünü hep aynı hayalle geçirdim.




Okuma yazmayı yeni öğrenen insanlar kadar yavaş okuyorum ben. İlkokuldan beri hep böyle oldu. 'Okudukça hızlanırsın' derlerdi ama o da yalan çıktı. Bir ara hızlı okuma teknikleri öğreten kurslara mı gitsem diye düşündüm ama o konuda da Woody Allen'ın "hızlı okuma tekniğiyle Savaş ve Barış'ı okudum, olay Rusya'da geçiyordu galiba..." lafına gülmekten sıra gelmedi. Hırslıyımdır okuma konusunda. Üniversiteye kadar kaybettiğim zamanı telafi etmek için elimde hep kitapla gezerim ama onlarında adları seyrek değişir işte... Eee bir de TV'de boş boş Acun'a falan takılınca hepten işin ucu kaçıyor.

Geçen sene yeni bir yol keşfettim daha hızlı kitap okumak için. İşteyken dinlenme molaları verir ya insan, ben o molalarda bilgisayarımdan kitap okumaya başladım. Daha hızlı çünkü dikkatim dağılmıyor hiç. Beynim buna direniyor. Çünkü kitap okumayı bıraktığım anda çalışmaya geri dönmem gerektiğini bildiği için en içinden çıkılmaz cümleler bile hemen çözülüyor, bölüm sonunu verdiğim 15 dakika araya yetiştirmek için kusursuz bir odaklanma sağlıyor. Evde kapının önünden araba geçse dağılan ilgim, burada  zirvede. 

Güzel kitaplar da bitirdim burada. Ama son günlerde bir seriye bağladım ki kendimi, öğle aralarında yemeğimi   ışık hızıyla yiyorum. Yaşar Kemal'in Bu Diyar Baştan Başa dörtlemesi. 50'li yıllarda tüm Türkiye'yi dolaşarak gazeteler için yazdığı yazılar. Okudukça bugünün gazetelerinden soğutuyor insanı.

 

Mağaralarda yaşayan insanların yanlarında kalıp donma tehlikesi de geçiriyor, sınırda kaçakçılık yapanların arasına karışabilmek için kaçakçı olup Jandarma kurşunlarıyla da burun buruna geliyor, orman yangınının ortasında da kalıyor. 

Yazıların sonunda tarih yazmasa üzerinden geçen 60 yılı bırakın, dün yazıldığına bile inanırım.

Okudukça yurtdışı ağırlıklı ilerleyen seyahat planlarımıza Ürgüp'ü, Van'ı, Gaziantep'i eklemeyi düşünüyorum. Ağrı bizi aşar ama Süphan Dağı'na çıkıp şu krater gölünü görebilir miyiz diye hayaller bile kuruyorum. Bugün iki mola bu yazıya gitti, bir sonrakinde Peri Bacaları'ndan devam...