22 Ağustos 2015 Cumartesi

Küçük Prens'in Diyarında

Güzel kızım, sana atlasta develerin olduğu yere gideceğimi söyledim ama Cezayir’e geldiğimden beri hiç deve görmedim.  Onun yerine en çok ne görüyorum biliyor musun; her elektrik direğinin, ağacın, hatta reklam panolarının üzerine bile yuva yapmış leylekler.



Şehirlerarası yolların kenarlarında üzerlerinde yenebilir meyveleri olan dev kaktüslerden çok var. Küçükken bir kez yemiştim Türkiye’de, çok lezzetliydi. Belki sen de denemek istersin.

 

Annen sana atlas üzerinden gösterebilir, ben deniz kıyısına yakın bir şehirde çalışıyorum. Bu ülkenin en güneyinde dünyanın en büyük sıcak çölü olan Sahra Çölü var. Sanırım deve görmek için oraya gitmek gerekiyor.


Bence artık senin de içinde Sahra Çölü’nün geçtiği o müthiş kitapla tanışma vaktin geldi. Hani benim okuyup sana verdiğim küçük kitap: “Küçük Prens.” Bu kitaptaki öyküyü anlatan adamın uçağı Sahra Çölü’ne düşer ve orada Küçük Prens’le tanışır.

    


Belki annen sana benim geçen yıl Sarp için aldığım 3 boyutlu kitabını alır ve sana okumaya başlar. Hem bu sayede bu kitap biraz uzun olduğu için benim kitap ayraçlarımdan birini de sana veririz ve her gün kitaptan biraz okuduktan sonra kaldığınız yeri işaretleyebilirsiniz.  Okudukça da seninle akşamları kitap hakkında konuşuruz, olur mu? 

11 Ağustos 2015 Salı

İzafiyet Teorisi Bizim İçin Var



Sen bakma bu adamın komik fotoğrafına. Dünyada yaşamış en zeki insanlardan biri o: Albert Einstein. Kendi bulduğu İzafiyet Teorisini "elinizi bir dakikalığına sıcak bir fırının içine sokun, sanki bir saatmiş gibi gelir. Güzel bir kızla bir saat kadar zaman geçirin, bir dakikaymış gibi gelir. İzafiyet budur." diye açıklamış bu dahi adam. 

Senin için örnekleri çoğaltabilirim istersen: Akşam iş çıkışında anneni almaya gittiğimizi hatırlıyor musun ya da İzmir'den Çeşme'ye arabayla gidişimizi? O yoldaki bir saat sana nasıl uzun geliyordu değil mi, çok sıkılıyordun? Ama parkta oynarken, çizgifilm seyrederken zaman ne çabuk geçiyor. Dondurmacıya giderken yol çok uzun sürüyor ama o dondurma bir anda bitiveriyor. 

Demek ki günleri ne kadar eğlenceli ve güzel geçirirsek ayrı olduğumuz zaman da o kadar çabuk bitecek. Zamanın hızlı geçmesi için bir kaç planım var bu sene: 

Annen, sen ve ben hepimizin ortak yapacağı bir şey var mesela: Hepimiz İngilizce çalışacağız. Senin İngilizce öğrenmeyi çok sevdiğini biliyorum. Yeni okulunda da sana çok yardım edecekler. Biz de işimiz için çalışacağız, sonra birlikte pratik yaparız FaceTime'dan.

Ben burada İngilizce ile birlikte Fransızca da öğrenmeye çalışacağım. Eğer beni ziyarete gelmek istersen Cezayir'e ve orada insanlarla sohbet edeceksen annen sana da bir öğretmen bulabilir. Hem ikimiz de aynı seviye de oluruz, belki sen benden hızlı bile öğrenirsin Fransızcayı.

Baleyi de çok seviyorsun. Zamanı hızlandırmak için kullanacağımız bir başka eğlence de bale olacak senin için.



Bunların dışında ben doğduğundan beri senin için bir hayal kuruyorum. Annenle konuştuk ve bu sene başlayabileceğini düşünüyoruz. Piyano çalmanı çok istiyorum. Umarım sen de istersin, umarım en iyi öğretmeni buluruz sana ve çok seversin piyanoyu.  




7 Ağustos 2015 Cuma

Mesafe



Son bir yıldır can çekişen bloğumuzun yeniden canlanmadırma zamanı geldi. Bu sefer biraz uzatabilirim sözü, çünkü birkaç katmanlı olacak yazı. Önce neden bu kadar ara verdiğimizi anlatmam lazım kendimi daha az suçlu hissetmek için. Ardından son bir yılın -elimden geldiğince- kısaca özetini geçeceğim. Sonrada bu geri dönüşün sebebini anlatacağım ki aslında en can alıcı kısım bu ama biraz zorlanacağım için sona saklıyorum.

Bloğa yazı yazarken en çok zorlandığım konulardan biri kime hitap edeceğimi seçmek oldu şimdiye kadar. Kimi yazılarımızı ortaya yazdık, kimilerinde bloğun yazılma amacını hatırlayıp gelecekteki sana hitap ettik ama hep zorlandık sabit bir üslup tutturmakta. İkinci olarak tam gün okulun hayatımıza girmesi sanırım günlerimizi çok daha rutin bir hale getirdi. Geçen sene varla yok arasında gidip gelen okul sürecinin eksikliğini bizler doldurmaya çalışırken bu sene Meşe Palamudu Anaokulu hayatımızı doldurdu. İnsan bloğa yazı koyacağı zaman daha farklı şeyler anlatmak istiyor ve sanırım o farklılıkları pek bulamadığımız için yazmayı bıraktık uzun zamandır.

Neler değişti bu bir sene içinde? Her şeyden önemlisi Gül Ablamız hayatımıza girdi. Nazar değmesin, elimiz ayağımız oldu yaşamımızda tüm anaçlığıyla. İkinci önemli gelişme sanırım doğduğun günden beri çektiğin üst solunum yolu rahatsızlıkları ve orta kulak enfeksiyonundan kurtulabilmen için seni iki yıldır kaçırdığımız geniz eti ve kulak zarı çizdirme ameliyatını atlatmış olman. Okula gidip gelirken kullandığın servisin seni çok gezdirmesine kıyamadığımız için Mehmet Amca'nla okula gidip gelmeye başladın. Bak, söylemeyi unutuyordum neredeyse: bu sene Tan Sağtürk bale okuluna başladın ve hayatının ilk karnesini de buradan aldın. Önümüzdeki sene de devam edeceğini tahmin ediyorum bir aksilik olmazsa, çünkü çok severek gidiyorsun. Karşı komşumuz Ela en yakın arkadaşın oldu, hem okulda hem de sokak oyunlarında. Hatta birlikte, Ela'nın annesi Sepin'in ayarladığı bir yoga öğretmeni ile haftada bir gün yoga bile yapıyorsunuz. Levazım Muhtarlığının arkasındaki park sana artık küçük geldiği için Zorlu'nun parkını çok sevmeye başladın. Gerçi bir defa başını vurdun, bir defa da ayağın ters döndüğü için neredeyse 10 gün ayağının üzerine basamadın ve biraz ara verdin ama hala Zorlu senin favori mekanın. (Tabi bunda zemin katta açılan şeker-çikolatacının payı da büyük) Bir çok gösteriye gittin bu sene. Madagaskar'a bayıldın, Buz Devrini izledin, Küçük Kara Balık sayesinde İstanbul Devlet Tiyatrosuyla bile tanışmış oldun. Okuldaki kostümlü partilerden birinde cadı (bunda çok eğlendin) diğerinde Süperkız oldun. Evde veteriner, Elsa, Kelebek gibi başka bir sürü kostümün var artık. Elsa kostümünü yazınca aklıma geldi; anneannen ve Ramazan Dedenle birlikte Yiğit dayını ziyarete gittik İngiltere'ye. Önce Winchester, sonra'da Londra'yı gezdik; Elsa kostümünü de orada Disney Shop'tan aldık. En çok da LondonEye'ı beğendin.Biz de bir yıldır sana yeni okul araştırıyoruz. Çok okul gezdik, eğitim ağırlıklı bir çok yerle görüştük ama bir sene daha oyuna doy diye biraz daha oyun ağırlıklı olacağına inandığımız Free Steps'i tercih ettik. Umarım güzel bir yıl geçirirsin orada. 

Bir yılı bir paragrafta ancak bu kadar özetleyebiliyorum. Belki annen de yorumlar kısmına benim unuttuklarımı ekler. 

Şimdi geldim geri dönüşün nedenine... 4 yıldan beri, sen 12 günlükken işe başladığım Zincirlikuyu'daki Çiftçi Towers projesinde çalışıyordum. Hem senin, hem benim hem de annen için çok iyi bir fırsattı bu iş. Eve yürüme mesafesindeydi, işten erken çıkabildiğim için çalışan hemen her babadan daha çok vakit geçirebildim seninle. Ama artık daha rahat bir geleceğimiz olması için birazcık daha fazla çalışmam lazım ve ne yazık ki bunu bir süre evden uzakta yapmam gerekiyor. Bir süre Cezayir'de çalışacağım. 3 ayda bir 1 hafta gelip annen ve seninle hasret gidereceğim ve tabi ki her gün telefonla daha doğrusu senin favorin "FaceTime"dan görüşeceğiz. Sana annenle çok güzel bir atlas alıp üzerinde deve resimleri olan ülkeye gideceğimi söyledim. Bana mektup yazacağını ve annenle postaneden yollayacağına söz verdin.Heyecanla bekleyeceğim. 3 Ağustos saat 13.00'da İzmir'den Ankara'ya uğurladınız beni. Sanırım 12 Ağustos'ta Cezayir uçağına biniyor olacağım. Bu yazıyı biraz duygusal yazdığıma bakma, 2Ç1B yazılarına eski neşesiyle hatta eskisinden de neşeli bir şekil de devam edecek. 

Seni çok seviyorum kuzum ve şimdiden özledim...

17 Şubat 2015 Salı

Şekiller (Kukla Tiyatrosu)

Emre:              Herkese merhaba, hoşgeldiniz.
Can:                Merhaba, hoşgeldiniz.
Emre:              Merhaba Can, uzun zaman oldu görüşmeyeli. Seni çok özledim!
Can:                Gerçekten mi?
Emre:              Tabi ki özledim sen benim arkadaşım değil misin? Birlikte oyuncaklarla oynamayı özledim, parta yanyana salıncaklarda sallanmayı özledim, kaydıraktan sırayla kaymayı özledim. Hem biliyor musun tahterevallide kendi kendime oynayamıyorum. Sen olmayınca beni babamın indirip kaldırması gerekiyor, o da seninle oynadığımız kadar zevkli değil.   
Can:                            Haklısın Emre, ben de seninle oynamayı çok özledim. Ben yokken neler yaptın?
Emre:              Görüşemediğimiz zamanda bir çok yeni şey öğrendim ben. Mesela artık bütün yemeklerimi çatal ve kaşıkla yiyorum ve tabağımdan dışarıya hiç dökmüyorum.   
Can:                Aaa, ne güzel. Benim de biraz bu konuda çalışmam gerekiyor sanırım. 
Emre:              Bir de tenis oynamayı öğrendim ben. 2 raket ve balonla oynuyoruz. Ben elimdeki raketle balonu babama doğru vuruyorum, o da bana doğru.
Can:                Bana da öğretir misin?
Emre:              Öğretirim tabi, hem babam uzun olduğu için zor oynuyoruz. Seninle boylarımız aynı olduğu için daha rahat oynarız. Bir de bisiklete binmeyi öğrendim ben. Ama onu dedem öğretti.  
Can:                Peki bugün oyunda bize öğreteceğin bir şeyler öğrendin mi?
Emre:              Hım, düşüneyim bakalım... Buldum, isterseniz size şekilleri öğretebilirim.  
Can:                Hangi şekilleri?   
Emre:              Kareyi, daireyi ve üçgeni. Onları öğrenmek için çok tatlı üç arkadaşla tanıştım ben. İsterseniz sizinle de tanıştırabilirim.
Can:                Harika olur. Bak şimdi iyice merak ettim kim acaba bu üç arkadaş?
Emre:              Kare, daire ve üçgeni öğrenmek için sana en iyi kim yardım edebilir? Tabi ki bay daire, bayan üçgen  ve bay kare!   



Can:                Aaa, gerçekten onlar mı?
Emre:              Evet. Bak teker teker tanıştırayım sana. Buradaki kırmızı olan bayan üçgen. Bir, iki ve üç köşesi olduğu için ona üçgen diyorlar.
Can:                Aaa, ben aslında onu biryerden hatırlıyorum.
Emre:              Tabi ki hatırlarsın. Çevremizde pek çok şey onun şeklindedir. Bak Duru’nun bu oyuncağı mesela üçgen. Bu tahta oyuncak da üçgen. Bak bu kırmızı noel baba şapkası da üçgen.    
Can:                Gerçekten ne kadar çok üçgen eşya varmış.
Emre:              Bak onun yanındaki sarı renkli ise Bay Daire. Çevrende en çok onun şeklini görürsün.
Can:                Neler dairedir Emre?  
Emre:              Bak mesela bu para daire. Şu top da daire. Güneş de daire. Bu tabak da daire.
Can:                Ne çok yuvarlak şey varmış.
Emre:              Bak bu üçüncüsü de Bay Kare. Onun birbirine eşit dört kenarı vardır. 
Can:                Ondan da çok var mı çevremizde?
Emre:              Tabi ki çok var. Bak Duru’nun bu oyuncağı kare. Bu kağıt peçete de kare. Bak bu lego da kare.
Can:                Harika! Bay Kare, Bayan Üçgen ve Bay Daireyle tanışmak çok iyi oldu. Artık tanıdığım bir çok şeyin şeklini de biliyorum.
Emre:              Öğrenip öğrenmediğini görmek için bir kaç soru sorabilirim sana.
Can:                Olur, sor hadi!
Emre:              Duru’nun Küçük Koala kitabının şekli ne?
Can:                Hım, kitabın şekli hangisi acaba.
Emre:              Dikkatli bak, kitabın şekli Bay Daireye mi benziyor, Bayan Üçgene mi yoksa Bay Kare mi?
Can:                Bay Kareye benziyor. Evet bu kitabın şekli kare, Kare!
Emre:              Bravo! İkinci soru... Mutfağın duvarındaki saatin şekli ne?
Can:                Hatırlamıyorum ki ben o saati.
Emre:              Kim bakıp gelmek ister.
Duru:               Ben, ben!
Emre:              Haydi öyleyse, bak da gel bakalım Duru. Duvardaki saat ne şeklinde...
                       
                        Geldin mi Duru? Şimdi düşün bakalım Duvar Saati kime benziyor du? Bay Daireye mi , Bayan Üçgene mi, yoksa Bay Kare mi?
Duru:               Bay Daireye.
Emre:              Aferin Duru. Evet saat daire şeklindedir. Şimdi son soruya geldik. Bu kek dilimi hangi şekilde? Bu soruyu bilen kek dilimini kazanır.
Duru:               Üçgen.
Emre:              Aferin Duru. O zaman bu kek dilimini sen kazandın. Bu günlük bu kadar olsun. Hoşçakalın!
Can:                Hoşçakalın!